26 Aralık 2011 Pazartesi

Pinpon topu ben/ İlk çeyrek bitti bile

Gün denilen şey kendi temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra kalan vakitte evdeki biri yerinde duramayan, biri de emmeden duramayan iki veletin ihtiyaçlarını karşılamakla geçmekten ibaret.

Bir tanesi "evde sıkılmak" ifadesini literatürde başka bir boyuta taşıdı. Oynadığı şeyler battaniye, ip, kevgir, yastık, sarımsak döveci.
Yarın odasındaki bütün oyuncakları yok edip, acaba farkına varacak mı diye bir test etmeyi bile düşünüyorum. Yalnız başına güzel güzel oynayabilirken şu ara yanında ben ya da babası yoksa oyuncaklarıyla oynamıyor.


Akşama kadar tv izlemek, telefonda oynamak ve Wii oynamak için kaç kez pazarlık ediyor benimle bilmiyorum ama izin vermiyorum. Hepsinden de nefret ediyorum. Bazılarına bu çok tutucu geliyor olabilir ama herkesin taktığı birşey var işte, benim de alerjim bunlara .
En azından çok sınırlı olmak koşuluyla ya da zor durumda kaldığım zamanlarda izin veriyorum, misafir geldiğinde vb..
Çocuğun yaratıcılığını kısıtladığı için, hareketsizleştirdiği için, düşündürmediği için.... için, için, için...

Diğeri, en tombik ve minik olanı ise tombili vücuduna göre pek mühim beceriler edinmekle meşgul.
3. ayımızı bitirdik.En çok sevdiğim aydır 3. aydan sonrası.
Farklılaşmış ağlama gelişir. Altına yaptığında, uykusu geldiğinde, canı sıkıldığında niye ağladığını anlarsın, çeşit çeşittir.

2,5. aydan bu yana nesnelere uzanmaya, elinde tuttuğu nesneleri ağzına götürmeye ve yüzüstü dönmeye başladı. Ama kolunu alttan kurtaramıyor kendileri henüz.


Çenesi çok mu çok. Gözgöze gelmeyegör. Anında agular başlıyor. 3.ay kontrolünde doktorumuz artık oturtabilirsiniz dediğinden beri de oturmak en büyük keşfi. Kafayı tutabildiği kadar uzun süre tutup, sağa, sola sırıta sırıta döndürüyor. Heeeyy yatmaktan kurtuldum der gibi.
3.ayı bitirdiği günden bu yana da günde 2 kez 1 saat uyuyor çok şükür.

Bir de kötü bir gelişme var ki beni sıkıntıya sokuyor. Bakıcımızla yalnız kaldığında 5 dk sonra "ağlıyor gelin" diye telefonla evime dönmek zorunda kalıyorum. Evde ben varsam daha az ağlıyor. Ama yalnızken geldiğimde canhıraş bir şekilde ağlarken buluyorum. Korkuyor ondan Japon Balığım.

Neyse;
2012'den ilk istediklerim:
Şu hastalıklar biraz azalsa da Çınar'ı tekrar kreşe göndersem de minik olanını hastalıklardan koruyabildiğim kadarıyla korumuş, diğerini de can sıkıntısından kurtarmış olsam.

Olsam, yapsam, alsam, bitse, gitse -sa, -se..... ama en çok da Irmak hiç büyümese...

10 Aralık 2011 Cumartesi

Ekme, biçmeden ibaret


Önce bana kızdı. Ardından:

- Anne! İnsanlar bazenleri böyle annesini sevmeyebilir mi? diye sordu ördek ağızlım.
- Evet, olabilir. İnsanlar kızdıklarında bazen öyle hissedebilirler, dedim.

5 dk sonra:
Masada otururken geldi kucağıma oturdu.
Sırtı bana dönük, sağ kolunu kaldırdı, başıma doladı.

- Güzel annem! dedi.

Daha ben ağzım kulaklarımda duyduğumun şaşkınlığını üzerimden atmadan;
-Annem bir yana, dünya bir yana, dedi.

Çocuğun sendir aslında dedim o anda içimden. Çocuğunun nasıl olmasını istiyorsan öyle olmalı, ne duymak istiyorsan onu söylemelisin diye düşündüm.
0-6 yaş çocuğu video kamera gibidir. Ne kaydedersen onu izlersin!

1 Aralık 2011 Perşembe

25 yıl önce doğursaydım eğer???


Kapımız çalsın istiyorum. Çınar'ın mahalleden arkadaşları olsa kapıdakiler. "Hadi gel oynayalım" deseler ya da kapının önünden bağırsalar:
 "Çııııınaaaaaar, Çıııınaaarr!"

Keşke...
Keşke aşağı sokaktan arkadaşlarıyla kavga etse. Bana gelip onları şikayet etse.
Keşke sokakta evlerin demirlerine ya da lambaların direklerine ip gerip voleybol oynasalar.Yakan top, saklambaç, istop, birdirbir oynasalar arkadaşlarıyla. Sonra topları arabanın altına kaçsa ve yere yatıp ayaklarıyla o topu çekmeye çalışsalar.

Sokakta koşarken düşse, ağlaya ağlaya eve gelse, dizine yara bandı yapıştırsak, sonra koşa koşa oynununa, "mahallesine" geri dönse. Bayramlarda tel çevirseler, çıtır pıtırla, kız kovalayanla oynasalar. 

Mahallemizin bakkal amcası olsa bir de. Tek başına gidip gazoz almak onlara heyecan verse, buzzz gibi içseler gazozlarını. Kapakları kalkan saydam kutularda satılan gofretleri bakkal amca kese kağıtlarına maşayla koysa. Nadir yenen o gofretin tadı başka birşeyde olmasa.

Komşunun kayısı ağacındaki çağlalara dalsalar. Sonra komşu teyze bağıra bağıra onları kovalasa. Ardından hem suçlu hem keyifli, tuzlaya tuzlaya o çağlaları yeseler.Gece yarılarına kadar o sokaktan eve girmese. Elli kere söylesem "Çınaaar hadi eve gir artık oğlum" desem.

Sabahçı olsa okulda.  Etütmüş, dansmış, müzik kursuymuş olmasa. Eve gidince bakacak kimse yok diye okuldan sonraki zamanını dolduracak aktivitelerle akşama kadar okulda kalmasa. Eve gelir gelmez formasını çıkarıp hemen sokağa koşsa. Koşsa, oynasa, yorulsa yorulsa, yorulsa...

Benim çocukluğumu o da yaşasa keşke. Okuldan sonra ne yapacak kaygısı çekmesem. Okuldan sonra boş zamanlarını koşarak, yorularak, terleyerek, giysileri kirlenerek değerlendirse. Hayatı hep ders, hep ders olmasa.
Çocukluğunun gerektirdiklerini DOYA DOYA yaşasa!

24 Kasım 2011 Perşembe

2.ay




Japon Balığımla 2 ayı devirdik. Hiç geçmesin istedim bu sefer, Çınar'ın aksine. İlk çocukta insan büyüsün de bir an önce gelişiminin tüm aşamalarını hızla göreyim istiyor, başına geleceklerden habersiz.

İkincide neler yaşayacağını bildiğinden ve geriye baktığında hiçbirşey hatırlamayacağını, o günleri, o süt kokusunu özleyeceğini bildiğinden doya doya, tadını çıkara çıkara yaşıyor. İnsan denen varlık gözünü karartıp bir çocuk daha yapabilecek kadar deli olabiliyormuş.


Doktor kontrollerini yine yazmaya başlamak garip geliyor mesela.
Geçen ay boy ve kilomuz 4.490 ve 56 cm idi. Bu ay 5.560 gr ve 59 cm olmuş bizim kızçe. Yanakları yerçekimine karşı gelemiyor şu aralar. Çınar'a göre daha az sütüm olduğunu düşünüyordum ama bugün doktorumuzla konuştuğumuzda ikinci çocukta ilkindeki gibi göğüslerdeki o aşırı gerginlik hissinin olmayacağı ama bu sütün daha az olduğu anlamına gelmediğini öğrendim, rahatladım.

Zira Irmak'ta son 3 haftadır başlayan akşam 7'den sonra aşırı emme isteği sonucu hiç süt kalmaması beni üzüyordu.Yarım saatte bir emmesi sonucu süt iyice azalınca mememle kavga edip, ıh ıhhlarla kafa atıyor, süt gelmiyor diye kızıyordu.

Yine böyle akşamlardan birinde mama vermeyi denedim. İk gün almadı ama 2. gün zar zor içti. O gün anne sütünü elinden alıp yerine yapay birşey vermiş gibi hissettim ve vicdanen çok rahatsız oldum. Sonrasında da zaten sevmediği için içmedi mamadan. Ben de şöyle bir formül buldum bir gece önceden 12 gibi sütümü sağıyorum ve akşam sütüm yetmezse onu veriyorum.


İnsan zannediyor ki ilk çocukta uyku, yeme vb düzenlerin nasılsa bunda da öyle olacak. Yok bunların gözünden, saçına, parmaklarından, teninin rengine, uykusuna, gazına, emmesine kadar herşeyleri tamameeen farklı.

Mesela Çınar bu aylarda akşam 8.30-9.00 dedi mi uyurdu ama sabah erken kalkardı. Gece de sık kalkardı, gazı olduğu için. Kızçe ise evde hepimizden geç yatıyor.  3 hafta öncesine kadar 8'de uyuyordu.
Şimdilerde abisini, babasını uyutup, beni de ayakta uyutup 11.00'den hatta bazen 12.30'dan önce uyumuyor. Ama bunun güzel yanı da sabah 6-7'ye kadar deliksiz uyuyor. Sonra 8.30-9'da emip geri uyuyor ve öğlene kadar kalkmıyor. Ben de onunla tabii :) Gündüzleri tilki uykuları uyuyor, öyle uzun uzun uykusu yok. Çınar ise bir yattı mı 3 saat uyurdu, ördeğim.


Bu arada Çınar da kreşe hala gitmediği için evde sürekli kardeşiyle olmaya alıştı ve daha da uyumlu bir üçlü olduk.  Evde sıkılıyor tabii. Hala Tv'yi hemen hemen hiç açmıyorum. Mümkün olduğu kadar ben kardeşiyle ilgilenirken onun da kendi kendine ya da bakıcı ablasıyla oynamasına alışmasını istiyorum. Biraz da başardık sanırım. Ya da ben emzirirken sözel oyunlar oynuyoruz, şarkı söylüyoruz, kitap okuyoruz vb... Kendimizce bir düzen oturttuk bakalım.

Hafta sonları ve akşamları da baba evde yokken Irmak ana kucağında abisiyle bizi izliyor. Irmak hala abisinin elini, kolunu sıkmasına maruz kalıyor yavrum ama Çınar'ın ameliyattan önceki o öfke nöbetleri kalmadı neyse ki. Ben de zamanında benden 12 yaş büyük abim tarafından az cimcik yememişim.

Sonuç olarak, öyle, böyle kırkımızı çıkardık ve artık resmi olarak lohusa değilim. Hormonlarım da düzene girdi, ağlak halimden kurtuldum. Darısı verilecek kilolara, 3.aylara, 4.aylara, oturmalara, emeklemelere...İnşşşşalllah!!!!!!!!!!!

31 Ekim 2011 Pazartesi

Sen yokken bak neler oldu!

Geniz etinin yokluğu bir çocuğun hayatında bu kadar mı güzel değişikliklere sebep olur. Bilseydim geçen sene kurtulurdum ondan. Doktorumuz her gidişimizde "Alalım bunu!" dediği halde inatla "ameliyat" olgusunun korkusu yüzünden vazgeçtik.

Meğer çok basit bir operasyonmuş. Sadece ameliyata girerken ve çıktıktan sonra anestezi etkisiyle 1 saat kadar ağladı. Sabah ameliyat oldu ve öğlen sanki operasyon geçiren o değilmiş gibi koşturup duruyordu. Üstüne 2 adet tüpümüz bile oldu her iki kulağımızda.
Geniz etini aldırana tüp bedava!!! Gel tüpe gel!!


Abi ördeğim o günden beri deliksiz uyuyor. 1 senedir sabaha kadar 50 kez kalkan o değil sanki. Hem de kendi yatağında. Yanımıza gelmiyor :)

İştahı yavaş yavaş açılmaya başladı. Yemek vakti diyince hooop masaya oturuveriyor. Yemek seçiyor o ayrı. Bu yaşa kadar sebzeye bayılan, kapuskayı bile severek yiyen oğlum, şimdilerde normal bir çocuk olup pilav ve patates kızartmasına dadanır oldu. Yesin de ne yerse yesin diyorum artık.

Tüm o agresifliği azaldı. Arada bir çığrından çıkıyor ama çoğunlukla dediklerime çok fazla itiraz etmiyor. Daha sakin, daha uysal. Bütün o gerginlikler kulaklarının duymamasından ve nefes alamamasındanmış.


Irmak'la daha iyi araları artık. O kadar çok kıskançlık nöbeti geçirmiyor. Gün içinde hala emzirirken, altını alırken, uyurken.... yani çocuğun her anında başından ayrılmıyor o ayrı. Sürekli bir kafasını koklama durumunda. Çok güzel kokuyor diyip burnu çocuğun kafasında yaşıyor.

Uyku başına vurduğu zamanlarda daha çok canını yakmaya çalışıyor.
Eskiden her uyuduğunda gelip başında bağırıyordu. Şimdi daha az yapıyor bunu.
Özellikle evde misafir varsa Irmak'ın elini ve kolunu daha çok sıkıyor. Onun için geldiklerinin farkında.
Neyse ki bir sürü kitap, oyuncak alıp depolamıştım. Irmak'a gelen hediyeleri görüp de üzülmesin diye misafirlerimiz getirmiş gibi ona veriyorum. Bu durum çok normalleşmeye başladı onun için. Habire oyuncak geliyor ki yüzüne bile bakmıyor

Onun yanında bebişi doğru düzgün sevemiyorum da. Robot anne gibi, sadece emziriyorum, altını alıyorum. Gayet duygusuz ve ruhsuz. Yoksa bozuluyor koca ördek.
Konuşup güldürmek için bahaneler yaratıyorum kendimce. "Hadi gel oğlum, konuş kardeşinle de gülsün" diyip model oluyorum "Bak böyle konuşacaksın" diye. Kızcağızımı sevmek için bahanem oluyor işte.

Çileğim, pembişim de kendi halinde takılıyor. Gazımız çok bu aralar. Zinco veriyorum. Rahatlıyor. Bu sefer aman gazı var, ne yapacağım moduna da girmedim. Biliyorum ki geçecek.

Gerçekten insan 2. çocuğu çok rahat büyütüyormuş. Stres yapmıyorum hiçbirşeyini. Çınar'da en ufak bir sıkıntıda 10 kat fazla stres yaşıyordum. Bunda biliyorum ki, öyle, böyle büyüyecek ve herşey geçecek.
Hatta diyorum ki hiiiiç büyümese, hep böyle süt koksa.

21 Ekim 2011 Cuma

Yeni Blogger Girişimi: Parti Saati

Sevgili blogger arkadaşlarım Ayça ve Bige uzun çalışmalardan sonra yaratıcılıklarını yansıtacakları güzel bir işe adım attılar. İnternet üzerinden parti süsleri, doğum şekerleri kapı süsleri vb.. şirin tasarımlarla bizimleler.
Irmak'ın doğum şeker kavanozlarını onlar hazırladılar.  Heyecanlarını ve titizliklerini minik kavanozlarıma da yansıttılar. Elinize sağlık arkadaşlarım.
Yolun başında çıkardığınız profesyonelce işler yapcaklarınızın garantisi eminim.

 Detaylı bilgi için: www.partisaati.com

18 Ekim 2011 Salı

Geniz etimize veda ederken

Hani tırnağının etle birleştiği yeri derin kesersin de tırnağın her etine değdiğinde canın yanar. Ne yanmadır o sızım sızım sızlar. Sonra tırnak yavaş yavaş uzar, acı günbegün hafifler.

Çınar'ımın kardeş sızısı da güngebün hafifliyor işte. Şu aralar daha dingin bir hayat sürüyoruz. Kısmen...
En azından Irmak'ın varlığını kabullendi. Yine ona her dokunuşu illa ki şiddet içeriyor. İlla kolunu, bacağını sıkıyor ya da o uyurken odaya girip uyansın diye bağırıyor. Sonra da" Yanlışlıkla oldu, özürdilerim" diyip suçunu bastırıyor.

Ben de onun kıskançlığını hafifletmek için bazı çözümler kullanıyorum. Bunları ayrı bir yazı olarak eklerim.
Çınar, Irmak hasta olmadan 2 hafta önce viral enfeksiyon geçirmişti. Şimdilerde hala ve hala bu hastalığın uzantılarıyla uğraşıyoruz. O enfeksiyon orta kulak iltihabına döndü. Sonra ishal, ateş vb... İyileşti derken tekrarladı. Antibiyotiklerimiz hep ishale neden oldu, bitirmeden bıraktık.

Tekrar orta kulak iltihabı, tekrar kreşten viral enfeksiyon, tekrar ishal, tekrar ateş. Sonra kulakta sıvı birikmesi ve işitme kaybı. %70 sıvı dolu olduğu ve sıvı bir türlü gitmediği için sol kulağı çok az duyuyor.
Çınar'la konuşurken yaşlı bir dedeyle konuşuyor gibi bağırıyorum. O da anlamazsa bağıra bağıra "Neeeeeeee?" diyor :))) Günün yarısı "Ne dediiiin? "Bir daha söyleeeee" lerle geçiyor.

Bu arada geniz etimiz de iyice şişti mi tam oldu. Zaten tüm bunların sebebi geniz etimiz. Burnu tıkalı ve geceleri uyuyamıyor.
Sabaha kadar bir Çınar'a koş, tekrar uyut, bir Irmak'ı emzir, altını al, gazını çıkar, hıçkırdığı için tekrar emzir, tekrar gazını çıkar. Bu arada uzun bir süre geçtiği için tekrar Çınar uyanır ve tekrar onu uyut. Olsun, olsun.... Ben şikayetçi değilim. Onları her gördüğümde, kokularını her aldığımda yeniden doğmuş gibi oluyorum. İyi ki varlar.

Fotograf: Özlem (Nilsu'lu Hayat) tarafından çekildi. Eline sağlık canımcım

Çınar'ın bu hastalıkları dengemizi bozmuştu ki 10 gündür de arada birer gün mola veren ateş peydahlandı. Geçmedi bir türlü. En son damardan 3 doz antibiyotikle çareyi bulduk. Bu süre zarfında kalabalık yerlere girip yeni bir hastalık kapmayacak ki iyileşir iyileşmez geniz eti ameliyatı olacak ve kulaktaki sıvı için tüp takılacak. Bu hafta sonuna iyileşir diye umut ediyorduk ki şimdi de öksürük başladı. Sürekli ateşten dolayı  kilot  ve atletle yatıyordu. Ateşi düştüğünde üşüdü ve hastalandı sanırım.

Bu hastalık furyasından Irmak da 15 günlükken nasibini aldı. Burnu tıkandı. 10 gündür nefes alamıyordu. Yeni geçti. 15 günlük bir bebeğin hasta olması çok ama çok üzücü birşey. Minicik burun deliklerinden nefes alamaması uyuyamaması demekti.

Ufff yazarken yoruldum................
Neyse sanırım geçti. Şimdi hayırlısıyla Çınarişkomun ameliyatı kaldı. Kreşe gitmiyor.  Sürekli evde olması beni çok zorladı. Bakıcımız yerine herşeyi benim yapmamı istemesi, emzirirken Irmak'ın yanına, kucağıma gelip akşama kadar yapışık olmamız dışında bugünlerde ev halimiz daha da süt liman.

Yok yok, 2. çocuğu düşünenler gözünüz korkmasın. Hayat eskisi kadar kolay değil ama o kadar da kötü değil.
Çok zor ama çok güzel.
Aşkın 1 iken 2 tane oluyor.
2 tane mis kokuyu içine çekiyorsun.
2 masum şey hayatının odağı oluyor.
Bu arada senin şaftın kayıyor ama olsun, yine de güzel.

5 Ekim 2011 Çarşamba

Doğdum, geldim...

4 kişilik bir aileyiz artık. Tam anlamıyla aile hem de. Çeşitli şekillerde kombinasyonları var ailemizin. Çınar-Anne, Baba-Irmak, Çınar-Baba, Irmak-Anne şeklinde.
Bir de babasız olduğumuz bir kombinasyon var ki halim içler acısı. Ben, Çınar ve Irmak... Dün gece bunlardan birisiydi.

Gözlerim uykusuzluktan yarı açık, yarısı çıkmış ojeli ellerim, kucağımda Irmak. Bir yandan emziriyorum, bir yandan da Çınar önde elinde direksiyon, ben arkasında koridorda araba olduk ve birbirimizi yakalamaya çalışıyoruz.
-Hıııııın desene annneeeee...
-Elinle direksiyon tutuyor gibi yapsana anneeee...

Tek elimle Irmak'ı tutup emzirmeye diğer elimle de direksyon tutuyor gibi yapıyorum.
İçimden düşünüyorum "10 çocuklu ev hanımları gibi hissediyorum kendimi"



Hikaye bundan 40 hafta önce başladı.  2.olsun dedik. Allah'ıma binlerce şükür biz istedik, o verdi.
38+3'de doğuma büyük bir stresle gittim. Çınar o sabah 6.30'da uyandı. Hiç kalkmaz o saatte oysa ki.

Sürekli ağrıyan fıtığımı bildiğinden ona hem fıtığın beni daha fazla rahatsız etmemesi için onu iyileştireceklerini ve hem de kardeşinin doğacağını anlattım.
Önce ağladı. Sonra beni asansöre kadar uğurlayıp sarıldı, sarıldı, sarıldı. Öptü, öptü, öptü.Saçlarımı okşadı.
Hissetti neler olacağını. O bakışlarındaki hüzünü tarif edemem.

Epidural takılırken çok korktum bu sefer. Önce bebek alınacağı sonra da fıtık ameliyatına alınacağım için karma ilaç verdiklerini söylediler.
Ameliyata girmemle Irmak'ımın sesini duymam 10 dk'yı bulmadı bile. Çınar'ın aksine doğar doğmaz ağladı. Onu yanağıma koydukları anda 3. kez doğmuş gibi hissettim kendimi.

Kendileri 3.290 gr ve 49 cm olarak doğdu. Çınar'ın aksine kumral ve beyaz tenli birşey. Ortak yönleri ise kaşları ve ördek ağızları. Bana hiç benzemiyor. Epidural olmasa, karışmış diyeceğim.




Odaya çıktığımda Çınar beni odada bekliyordu. İlk tepkisi "Anne neden öyle konuşuyorsun?" oldu. İlacın etkisiyle biraz baygın konuşuyordum. Sonrası hep aynı şekilde devam etti.
"Kardeşimi sevebiliii miyim?"
"Kardeşimi son kez sevebiliii miyim?"
Bunun anlamı şu: Sever gibi yapıp bir yerlerini mıncıklayabilir miyim?

İlk günlerin aksine daha rahatladı. Ona kardeşini sevmek zorunda olmadığını, onu anladığımı, ondan hoşlanmadığını anlayabildiğimi söylüyorum. Daha yumuşak sevmesini istiyorum. Empatik yaklaştığımda, duygularını anladığımı ve onu hala çok sevdiğimizi hissettirdiğimde daha ılıman yaklaşıyor.
Hep onu çok sevdiğini söylüyor ben öyle dediğimde.

Eve gelir gelmez ilk sözü hemen "Kardeşime bakacağım" oluyor ve o önde ben arkada koşuyoruz. O önce giderse bebiş önce parpıyı yiyor, ben gidersem bebişim abisinin

Evet, işte ilk aşkımın son aşkımla olan kıskançlık hikayesinin miladı.
Söyleyeceğim demiştim. 1+1=2 değilmiş. 1+1=5 çocukmuş. 

Zorlayan son çocuk değil ilk çocukmuş. Tek çocuk, hiç çocukmuş.
Olsun... Zor ama güzel bir hikayenin başlangıcı olsun diyelim, öyle olsun.
En azından şimdilik.

26 Eylül 2011 Pazartesi

Anne neden sesimi duymuyorsun artık?!!!!?

"Anne neden sesimi duymuyorsun artık?"
5 gündür ota moka, herşey ağlayan lohusa ben Çınar'ın ağzından dökülen bu cümleyi her düşündüğümde deli gibi ağlıyorum.
Kulaklarımda çınlıyor sürekli.
3,5 yaşındaki bir çocuğun yaşadığı kıskançlığın ötesinde sürekli başka bir canlıyla ilgilenmek zorunda kalmasının, kendini terkedilmiş hissetmesinin hatta kendini yalnız hissetmesinin çırpınışları, dış sesleri bunlar.
En saf ve en açık haliyle.

Ama o bilmiyor ki onu çok ama çok seviyorum. Sadece ameliyatın verdiği fiziksel acı, üstüne uykusuzluk ve sürekli emzirme, alta alma, gaz çıkarma, uyutma ritüeline sıkışmış ben ona vakit ayırmak için çok uğraşıyorum ama başaramıyorum. En azından şimdilik. Ben de, kardeşi de yeni hayatına alışana kadar.
O ise tepkisini bazen yüksek sesle bazen de kardeşinin canını yakmaya çalışarak belli ediyor. Bazen de sebepsiz yere ağlıyor. Ona ayırdığım 10 dk'lık bir kitap okuma sürecinin bile nasıl rahatlattığını gördüm.
Bana bakarken "hah işte, eski günlerdeki gibi anne" der gibi bakıyordu.
Geçecek ördek ağızlım, geçecek. Sen kardeşinin varlığına, ben ikinize birden vakit ayırabilmeye, 4 kişilik bir aile olarak yaşamaya alışacağız.
Senin sesini duyacağım oğlum, söz veriyorum

21 Eylül 2011 Çarşamba

Irmak'a 5 kala


Şafak vakti geldi, çattı. Ne yerdeyim, ne gökte.. Ne doğum yapacağımı anladım, ne normal hayatımı sürdürebildim.

Çınar'ın hastalığı tam bitti derken, kusmaları azaldı derken, 2 gündür yoğun ishal başladı yine. Bugün yarım günüm Çınar için hastanede geçti zaten. Onun dışındaki zamanlarda da Çınar'la yapışık geçti tüm gün.



Irmak'ın doğacağını (evet adı Irmak oldu) bildiği için Çınar'ın gerginliği hat safhada. Kelimelerle tarif edemiyorum. Zıvanadan çıktı. Ne bakıcıyı  ne annemi kabul ediyor. Herşeyi annem yaptırsın diye tutturuyor. 5 dk duşa girdim, çıktığımda Çınar çığlık çığlığa ağlıyordu. Sebep: Suyumu annem içirsin.

Tam kreşe alıştı derken,üstüne 1 haftadır evde ve kardeş geliyor. Açıkcası ben ..oku yedim.



Anladım ki planlı sezeryan çok stresliymiş.Çınar'da apar topar gittiğimiz için hiç böyle duygular içinde değildim. Gerçekten garip şeyler hissediyorum. Sanki yarından itibaren Çınar'ı aldatacakmışım, hayatım duracak gibi saçmasapan şeyler.
Hiç yemek yemedim bugün, yiyemedim. Benim gerginliğimden bebiş de hiç hareket etmedi.



1 haftadır kapı süsü, altın yastığı ve bebek şekerlerini koyacağım kutu için uğraşıyorum. Çok ama çok zevkliydi. Kutunun içindeki şeker kavanozları ise Ayça ve Bige tarafından benim için hazırlandı. Elinize sağlık tatlı arkadaşlarım benim.


Sanırım (umarım) benim için hayatımdaki hamilelik sayfası kapandı. Bu sefer çok zor geçtiği için buruk bir sevinç var içimde.

Neyse en azından başıma neler geleceğini biliyorum. Ama şunu şimdiden anladım ki 1+1=2 çocuk değilmiş. Çok daha fazlası. Kaç olduğunu doğumdan sonra hesaplarım artık :)



Dualarınızı bekliyorum..........
Önce sağlıkla gel kızım. Sonra mutluluk getir bize, 4 kişilik güzel bir aile olalım seninle.

18 Eylül 2011 Pazar

Yazıyla Eksi Dört

Güzel bir pazar günü. Günümün güzel olması için havanın çok sıcak olmaması, nefesimin sıkıştırmaması, rahat oturabilmem ve Çınar'ın yemeklerini yemiş olması gibi kriterlerim var.Bunların ilki haricinde hiçbiri yok. Nefes alabilmemin tek yolu uzanmak. Oturup kalkmak zulüm gibi.

Çınar havayla besleniyor 3 gündür. Kreşten ilk hastalığını kaptı. Sürekli kusuyor ve yemiyor. 3,5 yıldır hiç bu kadar zayıfladığını hatırlamıyorum. Kaburgaları tek tek sayılıyor. Bu sene çok çekti yavrukuş. Hastalık, kreş, kardeş, uykusuzluk, korkular.... Üstüne bir de kuma geliyor. Zor bir sene onun için.



Olsun işte yine de güzel birgün.
Dr perşembe gününe randevumuzu ayarladı. 22 Eylül'de mercimoşu kucağımıza alacağız inşallah. Kafamı karıştıran birşey var yalnız. Son adet tarihine göre perşembe günü 38 hafta 3gün oluyor ama doktor ilk ultrason ölçümünü baz alıyor. 1 hafta ileri oluyor yani 39 hafta 3 gün.  1 hafta daha bekler miydi acaba diye düşünüyorum. Nst'de kasılmalarımın başladığı görünüyordu, dayanacağını pek düşünmüyorum ama.

İsim hala bulamadık. 4 isim arasında kaldık. Her isim konusu kavgayla bitiyor :)) Anlaşamıyoruz bu konuda. Bugün kura çekeceğiz artık. Başka yolu yok.

Çınar'ın odasında birkaç ufak değişiklik yapıp kız odasına dönüştürdüm orayı. Perdeler, halılar değişti. Yatak korumalığı vs.
Çınar'ın odası hala hazır değil. Bir tek perdelerini yaptırabildim. O da sonraya kaldı artık. Arabalı yatak diye tutturan bir oğlum ve kocam var. Ama ben kıl kapıyorum o yataklara.

Artık geriye sayım başladı. Bir dahakine ya bebekli bir post ya da  doğuruyoooom diye bir post yazarım artıkın.
Dualarınızı bekliyorum.

7 Eylül 2011 Çarşamba

Ben:36+2/ Çınar: Oldu gibi


Niye güncellemiyorsun diye sorup duruyorlar hep. İşte.... Hamileliğin ağırlığından ve yoğunluktan diyebilirim.
Önce son günlerdeki önemli gündemimizden bahsedeyim.

Bayram öncesi Çınar artık sınıfa bensiz gitmeye hazırdı. Öğretmeni ağlayarak, çığlık çığlığa götürdü yukarı onu ama bu seferki naz ağlaması idi. İlk baştaki gibi bilinmezlikten kaynaklı değildi. Bir kez bensiz geziye bile gitti. Ağlayarak bindi servise. "Gitmeyeceğiiiiiiim"ler havada uçuştu. Ama arkadaşı Emre jr'un yanına oturur oturmaz kendini güvende hissetti ve "Tamam annneeeee sen git hadiiii" diyerek beni yolladı.
Bayramda onu strese sokmamak için hiç kreş lafını etmedim.Ama o hergün sordu. "Bugün kreş tatil mi???"


Bayram sonrası ilk gün geceden ona kreşe gideceğimizi söyledim. Sabah uyanır uyanmaz ağlamaya başladı. Evden zor çıktık. Öğretmenini görünce ağladı, zırladı, sonra merdivene kadar onunla gelmemi istedi. Aynen de dediği gibi merdivenin başında sustu.
Sonraki gün de aynı şekilde. Hatta ben eve geldim ilk kez.

... ve bugün evden çıkarken ağladı sadece. Güzelce vedalaştı ama yine de giderken buruk baktı, üzüldüm.
Bugün ilk kez kahvaltıya götürdüm. 2 gündür de öğle yemeklerini yiyormuş. Önceden reddediyordu, 1 kaşık alıp bırakıyormuş.
Bizim oryantasyonumuz 1 ayı bulur demiştim. Gerçekten de 1 ay oldu tam. Araya bayram girdi tabii.
Sırada tam güne geçmek kaldı. Ona hala emin olamıyorum. Belki doğumdan 2-3 ay sonra belki de haftaya.

Bana gelince:
Çok ağırlaştım. Hareketlerim iyice kısıtlandı. Sürekli nefes nefeseyim.
12,5 kilo aldım. Çınar'da bu haftalarda 9 kilo almıştım.
Suyum azaladığı için doktor 39. haftaya kadar dayanmaz diyor.  Kontrollerim haftalık artık. NST'ye bağlanıyorum. Mercimoş müthiş hareketli. Bu da beni biraz gerginleştiriyor. Sürekli içinde kıpırdayan birşey, sıcak, hareket üst üste gelince bunalıyorum.

Bebişin kilosu en son 2,650 gr idi. Bu da Çınar gibi 4-5 gün geriden gidiyor. Çınar 2.800 doğmuştu.
39'a kadar dayanırsa 3 kg'ı geçer ama o kadar dayanacakmış gibi gelmiyor bana.
Karnımda kasılmalar hissediyorum ara ara.
Dayan kızım dayan. Daha ismin bile yok.

Hastane valimizi ancak bugün hazırlayabildim.
Beşiği kurulacak, odasına perde, halı ve yatak korumalığı alınacak.
Çınar'a oda takımı yaptırılacak. Ama hiiiiiiç gücüm yok bunlar için.
Bebekle genç arası oda takımı yok piyasada. Korkunç takımlar var. Ben de Vibel'den kopya çekip çizdim birşey.
Sonrasında herşey tamam inşallah.
 Bir tek kızım kalıyor geriye. Sağlıkla gelirsin inşallah bebiş.

Foto: Hafta sonu Emre Jr bisiklete binmek için misafirimizken!

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Kreşli Hayat

Güneş gözlüklerimin altından çaktırmadan ağlıyorum. Öyle sıkıyorum ki kendimi bıraksalar höyküre höyküre ağlayacağım. Arkada da Çınar "gitmeyeceğim" diye ağlıyor. Benim ağlamam sinirimden, onun ağlaması hem istememesinden hem nazından. 

Hormonlarım bir yandan, "Onun istemediği bir şeyi zorla yaptırıyormuşum hissi" bir yandan,  6. gün oldu ama hala sınıflara çıkmak istemiyor diğer yandan,  yaklaşan doğum nedeniyle "Ya alışmazsa stresi" öbüüüür yandan, kreşte kızdığım bazı şeyler dolayısıyla oryantasyon planlarına müdahale etme stresi bir yandan, evden çıkarken Çınar'ı ikna etmeye çalışırken yaşadığım gerginlik, kan, ter içinde kalma en öbür yandan, üstüne bir de sıcak eklenince ağlıyorum işte.

Çınar'ı bıraksam da kreşe, o içeride ben arabada bağıra bağıra ağlasam diyorum.


 

Nasıl Çınar normal çocuk tepkileri veriyorsa ben de normal bir anneyim işte. Bana Ç.G.E. Uzmanı gözüyle bakmayın.  Sadece 2.gün hiçbir açıklama yapmadan Çınar'ı yukarı yaka paça götürdüklerinde müdahale ettim. %50 -% 50 rol paylaşımı oldu ama o yukarıda ben de aşağıda ağlarken orda tamamen anne oldum işte.  Ne zormuş.

Sonrasında daha ılıman bir oryantasyon planı hazırlandı. Çınar'a daha uygun. Ben biliyordum ki Çınar gibi son derece temkinli, tanımadığı yetişkinlerle hemen iletişim kurmayı sevmeyen, önce gözleyen, emin olduktan sonra kendini açıp güven bağlarını atan ve annesine çok düşkün bir çocuğun  kreşe adaptasyonu uzun olacaktı. Hele ki hastaneden yeni çıkmış ve kardeşi olacak bir çocuksa bu.

Yarın başlayalı 2 hafta olacak ama biz kreşin gezilerinden dolayı 6 kez gittik henüz.
Öğretmenini reddetti, sadece okul pskilogunu kabul etti. Nedeni ise "Ben öööretmenden tanıyorum(-utanıyorum)." Öğretmeninin ona bakmasını bile şiddetle reddetti.

Öğretmenin boş oldugu bir an sadece çok sevdiği okul bahçesinde bir süre onunla oynadı. Sonrasında geriye yukarı çıkmak kaldı. Beraber çıktık ama sadece gözlem yaptı. Arada girdi oynadı.
Bugün yine beraber çıktık ama ben 15 dk sonra aşağı indim. beni unnutmuştu. 1,5 saat kadar bensiz yukarıdaydı.
Faaliyetlere katılmamış ama bu da çok büyük bir adım.
Sonrasında da yalnız çıkması, ardından benim sadece çıkışlarına gitmem ve evden ağlamadan gitmesi kalıyor. Bu sonuncusu biraz uzun süren bir süreç aslında. Çoğusu evden ağlayarak çıkıp oraya gidince unutuyor.
Tek dileğim bebek doğana kadar alışması. Yoksa hala hazırlıklarımı bitiremedim.

33 hafta 2 günlük olduk bile.  Yapılması gereken o kadar çok şey var ki, hala bir çoğuna başlayamamış olmak bile beni daraltmaya yetiyor.
"Alıştıııık" başlıklı bir yazıyla burada olmak umuduyla.........

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Çıbık ve anası




Eğer bir kadına beddua etmek istiyorsan "Allah hamileleliğinin son zamanlarını yaza getirsin. Bir de üstüne varislerin çıksın da o sıcaklarda varis çorabı giy. Ama o çoraplar bacağına değil de boğazına geçmiş gibi hisset emi" demek lazımmış. 

Dışarısı 40 derece, evin içi 50 derece. Klimalar boğazlarımı şişirdi. "Neyse, 2 ay kaldı" deyip kendimi avutuyorum. Hiç birşey yapacak halim yok, çok fenayım.


Çıbık krakerimin tekrar gülen yüzünü görmek çok güzel. Kaybettiği kiloların 600 gr'ını 6 günde aldı hemen.
İlk 1 hafta müthiş agresifti. Hastanenin ve hastalığının verdiği bunalımdanmış. 2 gündür çok iyi maşallah.

Herşeye mızırdanmıyor, öfke nöbetlerimiz o kadar çok değil. Daha söz dinliyor. En azından ben daha az bağırıyorum. Sadece uyku saatlerimizde uykudan kaçmak için bütün kozlarını oynuyor.

En son ben cadı anneye bağlayıp  "Çınaaaaaaaaaar" diye bütün siteyi inletince tırsıp yatağa yatıyor ve "Babamı istiyoruuuuum. Sen ben üzdün amaa" diye ağlıyor.


Aslında beni yoran çocuk değil, sevgili babamız. Çınar'dan çok onunla mücadele ediyorum.  "Bu davranışları hep senin yüzünden" derken buluyorum çoğu zaman kendimi.  Tamam, ben de yanlış olduğunu bile bile çok hata yapıyorum, ama aynı dili konuşamadığımız için Çınar doğru davramışın hangisi olduğunu öğrenemiyor. Herkes benden %0 hatalı bir çocuk yetiştirmemi bekliyor ama tam da hamileliğim 3 yaşına ve sıcaklara gelmesi sinirlerimin çok gevşek olmasına neden oluyor.

Çıbık'ın babası oldukça duygusal davranıyor. "Üüüüüüüüü ben korktum, ben babamsız uyuyam"ı duyunca yelkenler iniyor.
Şu anda uyku konusunda 1,5 yıl öncesine geri döndük. Yatağına bırakıp, iyi geceler deyip odadan çıktığım, sabaha kadar kendi yatağında uyuduğu zamanlar son 2 ayda tarihe karıştı. Tarih oldu!!!!!!!!!!!!!!
3-4 yaş arası korkuların depreştiği dönem. Bizde de "canavar" korkusu başgösterdi. Kuzenleri sağolsun, "canavar" kavramını hayatımıza soktu. Bir de eskaza gittiği yerlerde izlediği, saçmasapan, gereksiz, çocukları vahşileştiren çizgi filmlerin olduğu Cartoon Network kanalında gördükleri.

Çınar artık uykuya odada birisine sarılmadan geçemiyor ve geceleri yanımıza geliyor. Ben Çınar'ı eski günlerine döndürmek için 3 gün çabalıyorum, 4.günde babamız benden gizli yatağına kıvrılıveriyor. Çınar da zaten artık "Babaaa, korkuyoruuum" diye ağlıyor.

Doğuma 2 ay kala eski alışkanlıklarına döndürebileceğimi sanmıyorum. Özellikle geceleri yanımıza gelmemeyi. Zaten doğumdan sonra geleceği yer yine bizim yanımız olacak. Beraber uyumaya bir kez alıştırdıktan sonra gerisi çok zor artık.

Bu uzun bir mevzu. Bakalım önümüzdeki günler bize hangi yeni alışkanlıklar kazandıracak, hangi eski alışkanlıklarımızı hediye edecek.
Daha serin günlere....

21 Temmuz 2011 Perşembe

Tanıştırayım: Çınar-Salmonella, Salmonella-Çınar

Bütün hastaneyi ayağa kaldıran bir damar yolu değiştirme mücadalesi sonrası biraz önce kan ter içinde yorgun düşüp uyuyakaldı. Cumartesiden bu yana aldığı serumlar, yapılan iğneler, alınan kanlar verilen ilaçlar benim, en çok da onun psikolojisini bozdu.

Bugüne kadar doktor, hastane ve hemşire kelimeleri onun için sadece kontrol amaçlı gidilen bol oyuncaklı güzel yerleri ifade ederken artık 10 m2'lik bir odada 1 hafta boyunca acı, ağrı, bazen zorla yapılan müdahaleler, yatağa hapsolmak ve sıkılmak demek oldu.

Yine de buna da şükür diyorum. Allah daha büyüklerini vermesin.
Tatilimizi zehir eden Salmonella bakterisini ya havuzdan ya yiyeceklerden kaptık. Her ne kadar çok hijyen bir otel olsa da ben de doktorlar da havuzdan kaptığını düşünüyoruz. Aynı şeyleri yedik çünkü.


Aşırı ishal, ateş, kusma üçlüsüyle Antalya'da gittiğimiz hastane bize yatacaksınız dedi.  İnanmadık, yola çıktık. Çıkmaz olsaydık. Eğer yolumuzun üstünde Afyon olmasaydı, karanlıkta, dağların içinde havale geçirirdi o titreme nöbet, ve ateşin üstüne. Bu arada alttan , üstten hiç durmadan çıkıyor.
İlk hastaneye attık kendimizi. Sabaha kadar serum aldık, Ankara'da bir hastaneye yetişmemizi sağladı o serum.
Geldik ve hala hastanedeyiz. Günde 40'ı bulan ishal sonunda 4-5'e kadar düştü. Kusma, ateş 2 gündür yok. Ama hala yemek yemiyor. Doktor kilosuna göre ağır bir tedavi uyguladıklarını söyledi.
Yarın evci çıkacağız ve serum almaya günde 2 kez geleceğiz. Yoksa sıkılmışılığın verdiği ağlama nöbetleri, aşırı hareketlilik, herşeye tepki gösterme beni çıldırtacak.
Çok bunaldı, neye tepki göstereceğini şaşırdı şu anda.

Aslında ben rahatım. Sabah, öğle, akşam yemeğim geliyor. Etim, tatlım, meyvem, ara öğünlerim hepsi var. Diyetisyen günde 2 kez uğrayıp birşey isteyip istemediğimi soruyor. Canım birşey istese hemen gönderiyor. Ne yemek, ne bulaşık, ne çamaşır. Sıcak havada odada buz gibi oturuyoruz. Çınar sıkılmasa doğuma kadar dururum. Doğumu da burada yapacağım nasıl olsa, hemen yukarı kata çıkıveririm.

Evde açılmamış valizler, çamaşırlar, karnımda 30 haftalık mercimoş ve hastane sonrası tüm huyu, suyu, düzeni değişmiş bir çocuk. Yandım ki ne yandım. Neyse ki bakıcımız gelemeyince bir yardımcı bayan buldum. Yoksa hem bedenen hem ruhen çok yorgunum. İyi ki de gitmişiz lanet tatile. Çok iyi geldi valla!!!!!!!!!!!!!!!

Tam da geçen hafta kreşe başlıyordu Çınar. Doktor 2 hafta sonra başlamasının uygun olacağını söyledi. Ancak toparlanır.

Evimizde tekrar sağlıkla koşup oynayacağı günler için çok dua ettim. Sanırım dualarım kabul oldu.
Bir daha havuz mu?? Uzun bir süre bizim sitenin havuzuna girmeyi bile düşünmüyorum. En güzeli güzel denizi olan bir butik otel.
Yoksa parasını önceden ödediğin otelin şezlonglarına uzanmak yerine bir hastane odasının yatak ve kanepelerine uzanırsın.

28 Haziran 2011 Salı

3. trimester

Şu hamilelik insanın çapını kaydıran birşey. Hele 2.kez hamişsen.
Hep insan ilk hamileliğim nasıl geçtiyse 2.de de öyle geçecek diye düşünüyor.  Ama öyle değilmiş.İlki de öyle çook rahat geçti diyemem. İlk 3 ayki bulantı ve son 2 ay fıtık olmam sebebiyle. Geri kalan zamanda çok da kilo almadığım için rahattı.

Peki şimdi?
Bu cadı kız bayağı zorladı beni. Tabii yüksek sesli düşünüyorum, beterin beteri var buna da şükür diyorum.
26+1 haftayı (6,5 ay)  tamamladığım şu günlerde 8 kilo alarak hamileliğime devam ediyorum. Hergün yüzme ve yürüyüş yapmaya çalışıyorum. Öyle çok yemek yiyesim yok. Yemiş olmak için yiyorum. Benim derdim tatlıyla. Çok canım çekiyor :(

Soldan 2 hamiş: Burcu, ben ve Emre Jr'ın annesi Sibel

Cadı mercimoşum neler yaptı bana:

Bulantılarım daha uzun ve daha ağır sürdü. Kusmalarım da daha çoktu.

Üçlü tarama testinde risk çıktı. Amniyosentez korkusunu tattım.

Fıtığım doğumdan sonra geçmişti. Bu sefer yine çıktı hem de 4.ayımda. Beni müthiş zorluyor. Ayakta uzun süre duramıyorum. 10 dk yetiyor. Çok canım yanıyor.


Çınar'da kılcal damarlarım örümcek ağı gibi olup geçmişti. Bunda sağ bacağım kılcal damarı geçip varis modunda. Ama korkunç oldum. Etek giyemiyorum. Ayakata durunca ağrıyor. Varis çorapları ile rahatlıyorum biraz.

Çorabı her giydiğimde günlere giden yaşlı teyzeler geliyor aklıma. İğrenç bir renk ve kalınlıktalar. Bir de ayağıma terlik giyip çıksam tam olacak.
Uzun lafın kısası, bunlar hiç doğumdan sonra geçebilecek gibi değil. Komple sardı sağ bacağımı.  Görüntü ve ağrı dışında bebeğe kan gitmezmiş. Beni en korkutan tarafı bu oldu.

Geçen hafta şeker yüklemesinde şeker de çıktı tam oldu.Haaahhh!!
 Şimdi 100 mg'lık şeker yüklemesi ile kesinleşecek bakalım.

Şuracıkta 3 trimesterda yapılacak başka testler de kalmadı zaten.

Tek isteğim sağlıkla bebişimi kucağıma almak şimdi. Benim çapım mı kaymış, kilo mu almışım, varislerim mi çıkmış, hepsi hikaye ne diyelim. Fakir avuntusu işte ;)

8 Haziran 2011 Çarşamba

Gönlümdeki anaokulu nasıldır acaba? Şeytan diyor git kendin aç!

Karnımdakinin dışında sırtımda 4-5 kişi daha taşıyorum sanki. Üstümde öyle bir ağırlık, kolumu kaldırasım yok.

Yaz geldi ama biz yağmurlu Ankara'ya dönüyoruz. Gidince babayla yapılacak bir tatilin ardından Çınar anaokuluna başlayacak. Hiç başlatasım gelmiyor. Özellikle de yazın ortasında. Ama mercimoş doğmadan alşması lazım------ki bizim alışma sürecimiz sancılı olacağa benziyor.
Hiçbir kreşi beğenemiyorum. Hepsinde içime sinmeyen birşeyler var.

Diyorum ki öyle bir anaokulu olsa:
  • Butik olsa, en fazla 50 kapasiteli olsa,
  • Atölye sistemi olsa, çocuklar akşama kadar aynı sınıfta durmasa,
  • Bol materyalli olsa, plastik hiç olmasa,
  • Kutu oyunları çokca olsa,
  • Hayal gücünü destekleyen çalışmalar yapılsa,
  • Çocukları strese sokan yıl sonu gösterisi olmasa,
  • Televizyon hiç olmasa,
  • Çocukların uyudukları yer için ayrı bir odaları olsa, oynadıkları yerde uyumasalar ve en fazla 10 çocuk birarada uyusa
  • Sınıflarda 10'dan fazla çocuk bulunmasa,
  • Çocukların ne yemeklerinden ne içerinin ısısından kıssalar,
  • Öğretmenlerin maaşları yüksek olsa, herkes saygılı olsa ve bu mutluluklarını çocuklara yansıtsalar,
  • Kurumun sahibi parası çok olduğu için değil bu onun mesleği olduğu için okulu açmış olsa,
  • Yine okulun sahibi evde kalmış, sert, sinir, kaprisli, kompleksli bir kadın olmasa da öğretmenlere çektirmese, onların bu mutlulukları çocuklara yansısa,
  • Sanat faaliyetleri düzgün olsun diye çoğunlukla öğretmen yardımlı değil de çocuğun kendisinin yaptığı ama yamuk-yumuk çalışmalardan ibaret olsa,
  • Duvarlara, pencerelere rengarenk elişi kağıtlarından kesilmiş çiçekler, süsler gibi çocukların dikkatini dağıtan şeyler yapıştırılmasa, bunların yerine eğitsel çalışmalar, çocukların geçerken bir el atıp oynayacağı mobil oyuncaklar olsa,
  • Tatlı-sert bir eğitim anlayışı benimsense, veliler kızacak diye otorite boşluğu olmasa,
  • Bahçesi büyük olsa, yağmur, kar, sıcak, soğuk demeden her gün bahçeye en az 1 saat çıksalar,
  • Bol booool oyun oynasalar, paylaşsalar,
  • Eğitim programı kırpma-kopya değil de bilen birileri tarafından uğraşarak yazılsa........


Şimdilik bu kadar. Başka bir arzum yok. :))
Ha bir de ben
"Yesem yesem kilo almasam"

5 Haziran 2011 Pazar

Biz bir arkadaşa bakıp çıkacağız


Günler günleri devirdi. Yaz gelmedi, kış gitmedi, bahar ne güzel, ne yağmurlu derken günler geçti. 1 haftaya yakındır çok şükür hava çok güzel. Hafif esintimiz bile var.

Haftaya oyumuzu kullanmak için döneceğiz Ankara'ya. Hiç özlemedik desem!! Hiç gidesim yok desem!!
Doğal yumurtayı, taze sağılmış sütü, ağaçtan topladığımız meyveleri, sebzeleri özleyeceğiz. En çok da denizi ve doğayı tabii.





Çınar bronzluğu aştı karaoğlan oldu yine. Bu sene aman güneş kremi sürdüydüm, sürmediydim hiç sallamadım.
Yakınımda varsa sürdüm hem kendime hem ona. Hamilelikte olan güneş lekeleri için doktorum sıkı sıkı tembihlemişti oysa. Güneş kreminizi ihmal etmeyin!!!

Küçük bir kasabada olmanın huzurunun yanında hamile olarak burada olmanın sıkıntılarını yaşadım geçen hafta. Ufak bir rahatsızlık yaşadım, ne kadar aileme belli etmesem de korktum aslında. Ama ha diyince gidilmiyor ki Ankara'ya.
Önce hafifi bir kanama ardından 3 gün sonra tekrarlayınca panik oldum. 20 haftadan sonra bu tür şeyler normal değilmiş. Doktor bulamam diye endişe etmiştim ama burada tek bir muayenehane varmış.

Bebiş gayet sağlıklı dedi. Önemli birşey yok, yürüyüşü bırak dinlen dedi.
3 gün sonra tekrarlayınca Ankara'daki doktorum hemen gelmemi istedi. Sonra buradaki doktora, kendi doktorumun bakmasını istediği şeyleri söyledim. Bu sefer hastanede baktı bana ama orada da teknoloji yoksunluğundan pek verimli olmadı gibi geldi.



Neyse plasenta çekilmesi gibi bir terim kullandı tam adını hatırlayamadığım. Kendi doktorum birşey olmadığı konusunda ikna olunca kalmaya karar verdim.  Ama içim huzursuzdu birkaç gün. 
Şimdi mercimoşun tekmelerinin kesilmediğini görünce tekrar yürüyüşlere başladım.
2 hamileliğim de ne kadar farklı geçiyor birbirinden. Çok şaşırıyorum.
Burada bana en zor gelen kısımsa sıcakta varis çorabı giymek. Buradaki doktor illa giyeceksin dedi. İlerlerse bebeğe kan gitmezmiş. Çınar'da da olmuştu ama bu kadar değildi ve sonra geçmişti. Dileğim doğumdan sonra bacaklarımı terk etmeleri.




Burada Çınar sitenin külhanisi oldu. Aman ne laflar ne laflar.  Hepsinin hatırlayamıyorum ama bugün beni şaşırtan bir cümle ile kendime getirdi.
-Köpek ve sahibi deniz kenarında yürüyor dediğimde 
- Yürüyollar dedi.
-Evet köpek ve sahibi yürüyor dedim tekrar.
Suratını gayet ciddi yapıp, bir yandan da oyununa devam etti ve:
- Hayıl anne, yürüyol denmez yürüyollar denir. Çok onlaa çoook. dedi.

33 yaşında, 3 yaşında bir bacaksız tarafından gramer hatası yaptığım için uyarıldım, iyi mi!!

30 Mayıs 2011 Pazartesi

İlkbaharı uğurlamaya gidiyoruz mu demiştik???


Sabah uyanıyoruz. Önce şortumuzu ve askılı tişörtümüzü giyiyoruz. Sonra hava sanki biraz bulutlanıyor.
Üstüne kısa kollu tişörtümüzü geçiriyoruz.
30 dk sonra birden bulutlar hücum ediyor, birden yağmur bastırıyor.
Hemen uzun eşofman altı ve uzun kollu bluzlere geçis yapıyoruz.

Yarım saat sonra güneş çıkıyor. Ohhhhh hava ne sıcak. Aman da aman yaz gelmiş.
Hadi koş Çınar şortunla, tişörtünü getir.
1 saat bıcırı bıcırı, güneş kremleri, şapkalar, gözlükler.
"Acaba denize mi gitsek?"
Allaaahhh şimşek çaktı, koş oğlum koş üstümüze bir hırka geçirelim.


Günde 50 kez kostüm değiştiriyoruz. Bir günde yaz, kış, ilkbahar, sonbahar hepsini yaşıyoruz sanki.
Daha önce bu mevsimde Didim'de hiç böyle bir hava görmemiştim.
Neyse ki 2 gündür düzeldi. Çarşamba'dan sonra da yağışlar gidiyormuş.

Burada hep bahçede olduğumuz ve konu komşu hep birarada yaşadığımız için Çınar Ankara'nın tersine çok sosyal bir ortamda yaşıyor ve ben bu sosyal ortamda anladım ki benim oğlum çok inatçı bir çocukmuş.
Bir kuralı hatırlattığımda tüm cümleleri "ama " ile başlıyor.
Onu ikna etmek bazen gerçekten çok zor.

Evde sakin, kimsenin olmadığı ortamlarda bu kadar inatçı olmaması beni çok yormuyormuş meğer.
Tabii bunda 3 yaş itibari ile girdiğimiz "egosantrik dönem" diğer bir deyişler "benmerkezcil" dönemin etkisi de oldukça büyük.
Videomuz içimizi ısıtsın diye ekliyorum.



24 Mayıs 2011 Salı

2011- Hortum sezonu-1.Bölüm



Küçükken ilkokulda öğretmenlerim hep annemleri okula çağırır  beni şikayet ederlerdi. Sebepse: Sağımla, solumla, önümle, arkamla konuşmam. Çok çenem varmış.
Annemler de hep "Çenen çekilsin" derlerdi. Ne demek istediklerini anlamazdım o zamanlar.

Şimdi anlıyorum.
Sıklıkla "Oğlum 1 sn susar mısııııın? " ya da "Dedeni duyamıyorum" veya "Ben telefonla konuşurken aynı anda seni de dinleyemiyorum" lu cümleleri kullanıyorum, kullanıyoruz.
Zaten konuşmadığı zamanlarda da şarkı söylüyor.

Eminim Çınar'ı nadiren görenler "Çınar mı?" diye soruyorlardır ama bir tek yabancıların yanında susuyor, hem
de tam anlamıyla!!





Yazlıkta keyfi çok yerinde ve bu da çenesine vurması için bir sebep. Akşama kadar gülüyoruz, eğleniyoruz sayesinde. Büyüyünce çok muzip bir çocuk olacak.

Elçin'in söylediği gibi 2011 hortum sezonunu açtık. Evde muslukla oynamak için saatlerce yalvarırken burda heryer su olunca "Ben burda çok kalacağım. Noluuuuul anne gitmeyeliiiiiiiim!!" diyor hergün.

Akşama kadar ya balkon yıkıyor, ya çimleri suluyor, ya havuzundaki suları kovalara döküyor, ya denizde hopluyor, zıplıyor, ya köpek peşinde, ya dedesiyle okey masasında ya da sitede anneannesiyle tur atıyor, böcekleri inceliyor.

.

Geçen sene yine Didim'e gelirken uçakta sandviç yemiştik. Çınar'ın o güne kadar yediği ilk sandviçti ve sanırım o anda çok açtı. Onu 1 senedir unutmamasına çok şaştım. Uçağı duyunca ilk söylediği şey "Sandviç yiyelim mi?" oldu.

Bütün gün onu bekledi. Sırf aç olsun diye akşam yemeğini de yedirmedim. Ne büyük bir heyecanla bindi ve biner binmez ve hostesler gelene kadar ki 25 dk boyunca da söylediği şey "Hadi anne paldoooon bakaa mısınız, sandviç getirir misiniz deeeeeee!!"
Hadi anne, hadiii diye diye geldi hostes ama bize sandviç kalmamış. O kadar mı üzüldü. Balık krakere kaldık.
Hem para verip hem de kalmıyor ya çok şaşırdım. Pegasus'un bu "sona kalan dona kalır" uygulamasını kınıyorum ve ilk ve son binişim olur diyorum.
Sayelerinde çocuk akşam yemeğini gece 12'de yedi.

Yolculuğumuz boyunca gerçek anlamda ağzım yoruldu bir de. Yanımızda oturan adam 1 saat sonunda kafasını çevirip ağzını kapatarak, önümüzdekiler, yanımızdakiler de kim bu meraklı çocuk diye eğilip bakarak gülüyorlardı.
Uçakla ilgili tüm detayları ama hepsini sordu.  En son artık "Uçak kuş mu anne? Uçak düşmez mi anne?  Uçak düşerse ben camdan atlalım anne" den çıkıp, olayın mekaniğine girince cevaplarım "Bilmiyorum." şeklinde az ve öz oldu. Orda anladım ki annemin ahları tuttu.

İlk gün sürekli " Ayyyy ayağıma ot battı, ayyyyy ayağıma kum girdi, ayyyyy buuurda ömürcek var, ayyy köpek geliyor, çimenlere basamam ayağımı gıdıtlıyoor" şeklinde geçti.

3.günün sonunda "Anneee kııımızı ömürcekleri öldürüyorum, baaak" şeklinde eliyle örümcek avlamaya, köpekleri önce çağırıp sonra su tabancasıyla ıslatmaya başladı bile.




Neyse ki sağlığımız ve keyfimiz yerinde. Havalar bir ılık, bir sıcak ama mutluyuz. Benim göbüş kocaman oldu. 2.de sahiden de çok hızlı çıkıyormuş karın. Utancımdan denize giremedim.
21+1 haftalık ama Çınar'a 8 aylıkken hamiş gibiyim. Daha 19 hafta var :o
Bilmiyorum sonu nereye varacak.