25 Ekim 2010 Pazartesi

Pulsuz Dilekçe

PULSUZ DİLEKÇE


Bütün duygu ve düşüncelerimi dile getirebilseydim, size şunları söylemek isterdim.

Sürekli bir büyüme ve değişim içindeyim, sizin çocuğunuz olsam da sizden ayrı biri kişilik geliştiriyorum.

Beni tanımaya ve anlamaya çalışın. Deneme ile öğrenirim.

Bana ayak uydurmakta güçlük çekebilirsiniz. Oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşlarımda özgürlük tanıyın.

Beni her yerde her işimde koruyup, kollamayın. Davranışlarımın sonuçlarını kendim görürsem daha iyi öğrenirim. Bırakın kendi işimi kendim göreyim. Büyüdüğümü başka nasıl anlarım.

Büyümeyi çok istiyorsam da ara sıra yaşımdan küçük davranmaktan kendimi alamıyorum. Bunu önemsemeyin, ama siz beni şımartmayın.

Hep çocuk kalmak isterim sonra, her istediğimi elde edemeyeceğimi biliyorum. Ancak siz verdikçe almadan edemiyorum.

Bana yerli yersiz söz de vermeyin. Sözünüzü tutmayınca sizlere güvenim azalıyor.

Bana kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığımı görünce beni sınırlayın.

Koyduğunuz kurallara ve yasakların hepsini beğendiğimi söylemem. Ancak, hiç kısıtlanmayınca ne yapacağımı şaşırıyorum.

Tutarsız davrandığınızı görünce hem bocalıyor, hem de bundan yararlanmadan edemiyorum. Beni dinleyin.

Öğrenmeye en yatkın olduğum anlar, soru sorduğum anlardır. Açıklamalarınız kısa ve özlü olsun.

Öğütlerinizden çok davranışlarından etkilendiğimi unutmayın. Beni eğitirken ara sıra yanlışlar yapabilirsiniz, bunları çabuk unuturum. Ancak birbirinize saygı ve sevginizin azaldığını görmek beni yaralar ve sürekli tedirgin eder.

Çok konuşup, çok bağırmayın. Yüksek sesle söylenenleri pek duymam.

Yumuşak ve kesin sözler bende daha iyi iz bırakır. "Ben senin yaşında iken." diye başlayan söylevleri hep kulak ardına atarım.

Küçük yanılgılarımı büyük suçmuş gibi başıma kakmayın. Bana yanılma payı bırakın.

Beni, korkutup sindirmek, suçluluk duygusu aşılayarak uslandırmaya çalışmayın. Yaramazlıklarım için beni kötü çocukmuşum gibi yargılamayın.

Yanlış davranışım üzerinde durup düzeltin. Ceza vermeden önce beni dinleyin. Suçumu aşmadığı sürece cezama katlanabilirim.

Beni yeteneklerimin üstünde ki işlere zorlamayın. Ama başarabileceğim işleri yapmamı bekleyin.

Bana güvendiğinizi belli edin. Beni destekleyin. Hiç değilse çabamı övün.

Beni başkalarıyla karşılaştırmayın, umutsuzluğa kapılırım. Benden yaşımın üstünde olgunluk beklemeyin.

Bütün kuralları birden öğretmeye kalkmayın. Bana süre tanıyın. Yüzde yüz dürüst davrandığımı görünce ürkmeyin.

Beni köşeye sıkıştırmayın. Yalana sığınmak zorunda kalırım. Sizi çok bunaltsam bile soğukkanlılığınızı yitirmeyin.

Kızgınlığınızı haklı görebilirim, ama beni aşağılamayın. Hele başkalarının yanında onurumu kırmayın.

Unutmayın ki ben de sizi yabancıların önünde güç durumlara düşürebilirim. Bana haksızlık ettiğiniz anlayınca açıklamaktan çekinmeyin.

Özür dileyiş, size olan sevgimi azaltmaz; tersine beni size daha çok yaklaştırır. Aslında ben sizleri olduğunuzdan daha iyi görüyorum.

Bana kendinizi yanılmaz ve erişilmez göstermeye çabalamayın. Yanıldığınız görünce üzüntüm büyük olur.

Biliyorum ara sıra sizi üzüyor, belki de düş kırıklığına uğratıyorum.

Bana verdikleriniz yanında benden istediklerinizin çok olmadığını biliyorum. Yukarıda sıraladığım istekler size çok geldiyse bir çoğundan vazgeçebilirim, yeter ki beni ben olarak seveceğinize olan inancım sarsılmasın.

Benden "örnek çocuk" olmamı istemezseniz, ben de sizden "kusursuz ana-baba" olmanızı beklemem. Sevecen ve anlayışlı olmanız bana yeter.

Sizin çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi. Ama seçme hakkım olsaydı sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim.

Sevgiler Çocuğunuz...

Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu

21 Ekim 2010 Perşembe

Her anı oyuna döndürebilme yetisi= Yaratıcılık


Bu aralar bakıyorum da herkesin üzerinde bir rehavet. Boşlanmış bloglar pek çok. Benimki de
bunlardan birisi. Bu ihmalin pek çok nedeni var ama en başta iş geliyor.
Eve ağzım açık geliyorum. Sonra evde müthiş bir güç savaşı başlıyor. Yer misin yemez misin, uyur musun uyumaz mısın......
Kim galip, kim malup bilemiyorum ama saat 12'ye doğru ben kendimi pek bi malup hissediyorum. Ne kadar galip görünsem de.


Halbuki o kadar çok şey planlayarak geliyorum ki eve.

Öncelikle ayaklarımı havaya dikip uzanmak, kitap okumak, internette boş boş dolanmak, blogu güncellemek, bir türlü bitiremediğim Lost DVD'lerini izlemek hatta ve hatta hiç sevmediğim televizyonu izlemek. Bir de çalışmak tabii, zorunluluktan...
Ama hiçbirini yapamıyorum yorgunluktan.Uyuyakalıp, yattığım koltuktan kazınarak yatağa gidiyorum (ne tatlı uykudur o ama ).

Çınar 1haftadır hastaydı yemek yemeyen çocuk iyice yemekten aştan kesildi. Benim sinirlerim iyice hopladı. Neyse ki gündüz evde yokum da gözüm görmüyor.


 Akşamları ise uymuycaaaaaam! Geyek yok  anne, uyumuycaam geyek yok!!! Ben uyandım!!! Uyumak iiiiss-teeee-mii-yooooo-ğuummm. İstemiyoğum dedim işte! Ya anne yatmıyycam dedim işteeeeee!
Özellikle 3 gecedir resmen evde tabak çanağın havada uçmadığı kalıyor. 9.15'de yatağa sokmak için mücadelemiz başlıyor ancak 11.30-12.00 arası muvaffak olabiliyoruz.
O saatten sonra ne yapabilirim ki!





Küçük bir çocuğun hayal dünyasının bizden ne kadar farklı ve geniş olduğu üzerine düşünmemi sağlayan şeyler yaşıyorum bu aralar. Bugün üstünü giydirirken elinde oyuncağı bir elinden diğerine geçiriyor.
Sonra "çekkür edeyiiiim" diyor ve eline bakıyor. Diğer eline geçirip, yine eline bakarak "çekkür edeyiiiim" diyip gülüyor.
Kime teşekkür ediyorsun dediğimde "elime çekkür ediyoğum" dedi.
Ellerinin yardımlaştığını düşünüyor ve teşekkür ediyor :)))
Süper birşey bu.. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.

İşte o zaman oyun grubumuz geldi aklıma. Küçüklüklerinden bu yana nice şey paylaştılar. Kavga ettiler, güldüler, hala da kavga ediyorlar ama paylaşmayı, yardımlaşmayı öğreniyorlar.
1 ay kadar önce hafta sonu şehir dışındaki evimizde" 4 silahşörler mangal partisi " yaptık. Bahçedeki bir avuç kum, aslında hepsine yetecek kadar kum ilk defa akşama kadar kavga etmeden, gıkları bile çıkmadan oynamalarına yetti.




Sorunsuz bir gün geçirmenin temelinde yatanlarsa çok basit.Bir parça kum, biraz temiz hava, biraz su, hortum ve bir bidon :))) Çünkü kum hepsine yetiyordu.

Yemek yemeseler de, uyumasalar da saçları, başları, gözleri, ayak parmak araları, burun delikleri, kulakları hatta pipilerine kadar kumdan bembeyaz olana dek oynadılar.
Kumdan Allah razı olsun, en çok biz rahat ettik. Babalar zaten hep rahat :ppp





Kıssadan hisse: Şimdi anladın mı beni blog, yazamıyorum pek ama aklımdasın. S.S.

8 Ekim 2010 Cuma

Çocukla işe gitmek mi, çocuğun okulunda çalışmak mı?

Geçen cuma öğle uykusundan sonra Çınar'ı kreşe getirdim.
Şöyle oldu:
Öğretmeniyle tanıştı.
Sınıfa girdi ve....
Beni unuttu :((
Önce annesi olarak şaşırdım, bu kadar mı çabuk dedim. Sonra eğitimci olarak bunun devamlı olacağını daha bilmiyor, bir-iki güne gerçekle yüzyüze gelir dedim.
Evvet...Eğitimci kimliğim kazandı.
Hem de tam da 2.gününde.





Okul biraz kalabalıklaşsın, çocuk dolsun sonra başlasın diyordum. Çünkü hergün gelen giden çok oluyor. Sürekli veli görüşmeleri yapıyorum. Beni bırakmayacağını biliyordum.
Normalde Çınar'ı evden çıkarmak ne mümkün.
 Dün sabah bakıcı ablamız geç kalınca "hadi okula gidiyoruz" der demez hemen koştu çantasını getirdi. Ayakkabılarını son sürat giydi. Gık bile demeden....
Yoksa psikolojik olarak hazırlamamız, kapıyı kapatıp "hadi biz gidiyoruz, hoşçakal" dememiz, ardından Çınar'ın ağlayarak gelmesi "ben de geliyorummmm anneeee" diye bağırması, ardından kapı önünde giyinmesi, ayakkabılarını giydirene kadar 30 kez içeri gidip gelmesi ve kan, ter içinde çıkmamız lazımdı.




Ama hiçbiri olmadı. Gidiyoruz dedikten sonra benden bile hızlı hazırlandı.
Bilmiş bilmiş gitti okula. Sanki 40 yıldır gidiyor.
Ta ki kreşin kapısına gelene kadar.
Kapıya geldik ve orada başladı "beni kucağıma(kucağına) al anne..."
İndirene kadar canım çıktı. Öğretmenler pervane.
Yok... Yemek salonuna girmiyor. Bir süre sonra karar verdi ve girdi yemek salonuna.
Sonra????
"Sen yedir anneeee"
Allahımmm ben anaokuluna başlayınca yemeklerini kendi yiyeceği için mutluydum.
Kafamda sürekli alt yazı geçiyor." Alışma süreci, normaldir"
Diğerlerini de taklit edip, hiçbirşey yemedi.
Sınıfa girince beni unuttu.
Uyku ve yemek saatlerinde görünmemeye çalışsam da, veli görüşmesi, öğretmenlere birşey söylemem gerektiği durumlarda beni görünce uzun bir öpüşme, sarılma, kucağa gelme, omzuma kafayı koyup yatma, kulağına saçımı sokma faslı gün içinde en az 15 kez kadar tekrar etti. Arada istediğinde çıktı, beni gördü.. Giderken de "anne yütfen işe ditme" diyi endişeli ama mutlu bakışlar fırlattı.


Herşeyi benden istedi. Annem uyurken yanıma yatsın, kitabı sen okumaaaa annem okusun, yemeğimi annem yedirsin, sen konuşmaaaa annem konuşsun.

Görüşmelerim sırasında "Yaaa ben anneme ditmek istiyoyuumm" lar kapının önünde çınladı.
Yok dedim yok yok... Ertesi gün ve 1-2 hafta kadar getirmeyeceğim..
Çok yoruldum, çok. En iyisi o evde, ben anaokulunda.
Tek işim okul, çocuklar, program, plan, veliler, eğitimciler, gelişim değerlendirmeleri, kayıtlar, hazırlanacaklar olsun..
Çınar aç, gergin benim peşimde, ben işim yapamazken olmuyor....
Biraz vakit....
Fotoğraflar: Demir, Emre Jr, Arda ve Çınar. Arda ve Burcu'nun katılamadığı Tunalı buluşmasında yeni 4.cümüzü bulduğumuz anların hikayesidir.





Veeeeee..... Okeye 4. geldi... Aynı yaşta bebesi olan kızlar klübü son üyeleri.... 1 üyemiz değişti.

Burcum inanmıyorsun ama inan o an hepimiz çok üzgündük. Gözlüklerden görünmüyor farkındayım.....
Bu hafta sensiz 2.blog yazısı ve sana ithafen notlar.....
Seni çok seviyoruz..... Valla billa....