16 Mayıs 2011 Pazartesi

Bahara deniz kokusuyla veda etmeye gidiyoruz


* Gardrobumun yarısını boşalttım. Giymediğim, giyemediğim, vermeye kıyamadığım, Çınar'dan önce giydiğim 2.hamileliğime kadar da giymeyi umut ettiğim XS beden tüm kıyafetlerimden ümitlerimi kestim. Verdim gitti.
* Aynı şekilde bir sürü ayakkabı, bot verdim.
* Hızımı alamadım Serkan'ınkilere ve Çınar'ınkilere dadandım. Onları da temizledim. Dolaplar boşaldı.
*Nasıl rahatladım anlatamam. Feng Shui doğruymuş.
* Yenilerine yer açıldı ehe :)
* Dün akşam "Bu sefer çok az şey götüreceğim" diyip valizime cicilerimizi koydum. Gerçekten çok az! şey koydum gibi geldi. Ama Çınar'ın ve benim eşyalarım zooooor sığdı valize. Yine sadece 1-2 parça kıyafet giyip geleceğim.
* Beni düşündüren tek şey  gülle gibi valizi yürüyen bantlardan nasıl kaldıracağım!?!
* Babamıza ev temiz ve düzenli olarak bırakıldı.
*Çınar'a yazlık sandalet bulamadım. Henüz mağazalara gelmemiş.Anladım ki biz yazlık sezonunu biraz erken açmışız.


* Çınar en çok hortumuna kavuşacağı için seviniyor.
* Bugün tam 20 haftalık olduk.
* Bu sefer karnım son derece hızlı çıktı. 1 haftada bayağı bayağı hamile oldum.
*15 haftadan itibaren hareketlerini hissediyordum.1,5 haftadır artık dışarıdan tekmeleri hissedilebiliyor.
* Bu sefer bayağı tombik bir hamile olacağım sanırsam. Tatlı isteğimi bastıramıyorum. En son tartıldığımda 4 kilo almıştım. Sanırım1-2 kilo daha almışımdır.
*Akşama Didim'e gidiyoruz. Bir süre oradan bildireceğiz......

Bize iyi yolculuklar!!!






26 Nisan 2011 Salı

Davulcu ile Mercimoş

Haber beklemek çok zormuş. İçim iyi diyordu ama o "ya?" kısmı var ya! İçime bir kuşku düşmüştü bir kere. Sinek küçüktü ve midemi bulandırmıştı.
Yıllarca Down'lu çocuklarla çalıştım. Bilirim zorluğunu hem çocuk hem aile açısından. Keşke tek risk o olsa. Daha kötü nice özür grupları var, gördüğüm, yaşadığım, ailesiyle baş başa ağladığım.
Cahil gibi, sanki ilk hamileliğim gibi ilk 3 ayda göz çevresi kremi falan kullandım. A vitamini varmış içinde. Meğer A vitamini riskliymiş.

Cuma günü akşam olmak bilmedi, ama sonuç beklediğimize değdi. Bebişkom, miniş kızım, mercimeğim sağlıklıymış. Ön sonuç ama %90 doğru sonuç verirmiş.

Neyse günümüz bayram, Çınarişkomla yaşamaya devam ediyoruz. Bakıcı ablamız ameliyat olduğu için önce bir şok geçirdim. Evin şaftı kaydı. Ütüler dağ gibi, yemek yap, ortalığı topla, yedir, kaldır vesaireee. Üffff ne zormuş. Uzun zamandır yapmayınca bünyeme ağır geldi.

Çınar akşama kadar eline bir çubuk alıyor ve aynen fotoğraftaki gibi mütemadiyen davul çalıyor. Kalemlik olsun diye aldığım metal kutunun üstü darbe izlerinden delik delik. Kutuyu bırakıyor mutfak masasına geçiyor. Oradan sıkılıyor dolaplar davul oluyor bu sefer. Odasındaki mutfağı boş plastik olduğu için korkunç ses çıkarıyor. Kafam büyüyor, büyüyor, kocaman oluyor. Bir de kendi uydurduğu, anlamsız sözlerden oluşan ama her defasında aynı kelimeleri söylediği bir şarkısı var. Onu söylüyor sürekli. Ritm kursu paklar bizi ama başlayamadık bir türlü.
Kreşe gidecek ama Temmuz'da. Yazlığa gidiyoruz 15 gün sonra. Sonra tatil, ardından kreş. Eylül'den önce alışması gerekiyor.
Her gün yarım saat yürüyorum, yarım saat de yüzüyorum. Çınar havuzda sıkıntısını biraz atıyor. Çok eğleniyor. Zor çıkartıyorum. Hergün yediğim dondurmaların suçluluğunu bu şekilde atabiliyorum :p


Hamileliğim boyunca şimdiye kadar almadığım çok iş teklifi aldım. Bugün yine müdürlük teklifi geldi bir yerden. Ama ama ama... Hamileliğimi de kabul etti. Dedi ki süt sağar bırakırsınız. Ama ama ama.... Yapamam. Çınar'a yapmadım, ona da yapamam... Belki 6. aydan sonra. Bu sefer bu kadar uzun evde kalmayı düşünmüyorum. Kızım kısmetiyle geliyor sanırım.
Adı Kısmet mi olsa ne :P

21 Nisan 2011 Perşembe

Öğretmeye çalışmak ya da öğrenmeye direnmek. İşte bütün mesele bu!


En çok oyuncakların toplanması konusunda didişiyoruz. Oyuncaklarını topla demekten dilimde tüy bitti ama o toplamamakta inat etmek konusunda pes etmedi. Ne de olsa evde kendinin 5 boy büyüğü bir modeli var. Evde babasının çoraplarını heryerde görmeye alışkın hatta onlarla haşır neşir büyüyen bir çocuğa oyuncaklarının odasının ortasında olması kadar normal gelen birşey olmamalı.
O da haklı kendince.

En sonunda bizim sembol pekiştireç sistemi dediğimiz şeyi uyguladım. 6 tane boş kutucuk ve kutucuğun sonuna bir tren resmi çizdim. Hatta beraber çizdik. Onun istediği renklerde.
Tren 6 kutucuk yıldızla dolunca kazanacağı ödül oluyor. Ödülü de kendi belirledi.
Odasını toplamasını her istediğimde 1 yıldız kazanacağını anlattım. Bütün gün toplamak konusunda resmen güç savaşı verdiğimiz mandallar saniyesinde toplandı.

2 günde 3 tanesi doldu.
Sabah diyor ki:
-Hadi anne, gidip oyuncaklayın hepsini dağıtalım. Sonya da ben onlayı toplayım, bana yıldız vey.
Olduuuu! İşin üçkağıdını bulmuş hemen.
Yok dedim, oynamak için çıkardığında, oyunun bittikten sonra toplamalısın.

Çok gayretli bakalım. Ne zaman sıkılacak bekliyorum.
8 senedir babasına öğretemedim, bakalım babayı mı, beni mi model alacak seyrü sefa!




19 Nisan 2011 Salı

Korkmiyo-sentez

Dün 33 yıllık hayatımda hiç korkmadığım kadar gergin ve korku dolu birgün yaşadım.  Mide ameliyatı olacaksın diyip bayılttıklarında bile böylesine gerilmemiştim.
3'lü tarama testinde 1/185 çıkan risk sonucu "amniyosentez olman lazım" ı duyduğumdan beri yaşadığım korku dün bütün gün en üst seviyedeyken, işlem öncesi kalbimin atışlarını fırlayacak gibi hissediyordum.

Korkum bebeğe birşey olacağından değil o uzun iğnedendi.
Kafamı hiç çevirmedim, fışır fışır iğnenin çıkarılma sesini duyduğum anda "Tamam, tamam ben o riski alıyorum. Nasıl doğarsa doğsun, vazgeçtim ben amniyosentezden" diyesim geldi. O derece, biraz daha uzasaydı bayılırdım herhalde.

Doktor iğneyi soktuğu anda "Bu muydu?" dedim. "Tüm stresimin sebebi bu muymuş yafuuu? Gel öpeyim seni doktor bey" diyesim geldi. İğneyi hiiiiiiiç hissetmedim. Kan alınırken daha çok acımıştı kolum halbuki.
Öyle bir sıkmışım ki kendimi tüm gece bırak başımı, tüm kafam ve karın kaslarım ağrıdı.
Evet, ömrümde hiçbirşey beni bu kadar korkutmamıştı. Ama boşaymış.
Şimdi ilk 24 saat yatmam gerektiği için dinleniyorum. 3 gün de yorulmayacakmışım. Acil yardım ekibi annem ve babam hemen olaya müdahale edip Çınar'la ilgilendiler sağolsunlar.
Geleyim mi diye soran arkadaşlarıma da çok teşekkür ederim.


Yok, önemsiz birşeymiş. Sadece sonrasında biraz iğne yerim ağrıdı o kadar.
Beni korkutan iğnenin inanılmaz uzunluğuydu ki sadece 1/3'ünü soktu sanırım. Gerçi iğneye hiç bakmadım, görmedim.
Kızım biraz meraklı sanırım. İğneye uzanmış, tam tutmak üzereyken elini çekmiş :))
Neyse asıl atlatılması gereken "Sonuç: Temiz"i duyma süreci.

Çınar kardeşi geleceğim için müthiiiiiş heyecanlı. Her gün "Anne bebeğime ben şunu öğreteceğim, bunu yapacağım" diye planlar kuruyor.  Umarım onun bu hevesini boşa çıkartmaz da kardeşi, sağlıkla gelir.
Evrene not: Herşey güzel olacak

13 Nisan 2011 Çarşamba

Kızımız geliyor :D

Uzun zamandır süren sessizliğimin sebebi aslında zor geçen bir dönemdi. Ama bu dönem aslında çok güzel bir şeyin başlangııcıydı. Bu başlangıç yüzünden pek çok şeyden vazgeçtim. Ayça ile kurduğumuz web sitesi, yeni başlayacağım işim, gözümü açamamaktan kaynaklı kaçırdığım yüksek lisans başvurusu vs.. vs...


Mı acaba? diye soranlar oldu. Tahminler doğruydu :)) Bir kızımız oluyor.
Şu an itibariyle 15+2 haftalık hamileyim. 4 ayı tamamladık nerdeyse.

14. haftaya kadar çok ama çok zor geçti. Olası bütün olumsuz belirtiler vardı. Bulantı, kusma, aşırı yorgunluk ve uyku hali. Çınar'da da aynı şeyleri yaşamıştım. Tek farkla. O zaman Çınar ve bakıcı ablamız yoktu.

Çınar'la gündüzleri neredeyse hiç ilgilenemedim ama bakıcımızın pişirdiği yemeklerin kokusu sayesinde sürekli kustum. 2.hamilelik hem daha zor hem de daha kolaymış.
Akşamları ben yemek yedirmek zorundaydım ve zulüm gibiydi. Özellikle hafta sonları, sabah kahvaltıları. Sağolsun Çınar'ın gıdım gıdım yemesi 1,5 saat sürdüğü için kahvaltıda 2-3 kez wc'yi ziyaret ediyordum. Çınar bile dalga geçmeye başladı benimle. Gülerek "Anne koş, koş kusacaksııııın" diyordu :)

Yemek hem yedim hem yemedim. Et, süt, yoğurt, kepek ekmek ve taze ekmek hiç yiyemedim.  Kızarmış ekmeğin yanında beyaz peynir ve domatesle geçirdim günümü uzun bir süre. Bir de günde 2 tane limon yedim. Bulantımı ancak limon ve mandalina bastırıyordu. Doktor taze zencefil çayı önerdi bulantı için. Biraz etkili oluyordu işte.
Bunun dışında Çınar'daki kadar sallamadım. Canım kola mı çekti, aman zararlı demedim içtim. Çay Çınar'da hiç içmemiştim. Bunda içtim. Ağır kaldırdım, eğildim, kalktım, dışarıda et de yedim, yeşillik de. Yani Çınar'da yapmadığım herşeyi yaptım.
Zaten Çınar' kucağıma almamak gibi bir şansım yoktu. Doktor birşey olmayacağını söyledi zaten.

Bunun dışında iyi ki bakıcı ablamız varmış. Mümkün değil o halde Çınar'la ilgilenemezdim.
Sanırım depresyondaydım. Herşeyden nefret ettim. Zaten herşey kokuyordu. Buzdolabı hala kokuyor bana ama o kadarcık da olsun diyeyim.
Yani insan 2. de pek sallamıyor bunu anladım :)


Çınar'a gelince. Önce istemiyorum, o çirkin gibi şeyler söyledi. Sonra gelip gidip "Annee kaynına vuya miyim?" diye izin istedi vurmadan önce.Kibarım benim.
Gittikçe alıştı bu fikre. Şimdi karnımı seviyor sonra bana dönüp "Seni değil kardeşimi seviyoyum" diyor.
Dün ilk kez doktora bizimle geldi ve ultrason çıktısını elinden bırakmadı. Kardeşim, kızkardeşim diyip durdu. Gelene, geçene gösterdi dışarıda.

Bizde durumlar budur. Bundan sonra hem Çınar'ın hem de bir hamilenin günlüğü şeklinde sürecek blogumuz :))

11 Nisan 2011 Pazartesi

Hohooo

Herkeşler girmişler, bir ben eksik kalmışım buralardan. Hiç kimsecikler de demiyor ki "Dns numarasını değiştirince giriliyor. Bak tüm bloggerlar burada".
Ama ben hala her istediğimde giremiyorum nedense.
Neyse uzuuun zaman olmuş gibi hissediyorum. Azıcık utangacım bile :) Çınar'ın deymiyle "tandım ben" (=utandım)
Neler olmadı ki neler!
Güzel haberler, yenilikler, zor geçen günler, kutlamalar vs, vs.. Hepsini yazmayacağım tabii ki. Mühimmmmlerini peyderpey özet geçmek en iyisi.


Bunca zaman içinde en önemli aktivitemiz Çınarişkomun 3.doğumgünü günü oldu sanırım. Bu sene çok anlamlıydı onun için. Günlerce bekledi, Caillou'lu pasta siparişini bile ben sormadan verdi bana.  Pastası gelince dondu, kaldı heyecandan. Kafasını bile çevirmedi. kendinden emin, üfledi ve kalktı. Sanki 40 yıldır doğumgünü kutluyordu. O kadar kendinden emin ama bir o kadar da şaşkın!


Artık bebek değiliz. 3 yaş önemli bir sınır, dönüm noktası çocukluğunun. Ee haliyle halleri, tavırları, ifadeleri, kızgınlık ve sevinç durumunda verdiği tepkileride değişti.
Neyse bu yazının sonu yine akademik gibi görünüyor, başlamayım en iyisi.
Kısaca merhaba diyeyim dedim.
 Soğuk bir Ankara gecesinden, yeni başlangıçlara merhaba diyoruz bizzz.

16 Şubat 2011 Çarşamba

Tebdili Başlık



İtiraf ediyorum! Sadece yazmış olmak için yazıyorum.
Tebdili başlıkta ferahlık vardır. "Blog listesi"nde olduğum kişiler aynı başlıktan sıkılmışlardır diye yazıyorum.

Bu aralar çok garip şeyler yaşıyorum. 2011 hızlı başladı. Birçok kararı aynı anda verdim ve hepsini birden uygulamaya çalışıyorum.
Gündüz ne yerde, ne gökte hali. Gece "Anneeeeeeeeeee üstümü ört" sesiyle 50 kez sokurdana sokurdana Çınar'ın odasına gidip, en son sabaha karşı pes edip yanımıza alıyorum. Tüm velilerimden özürdiliyorum. Bekara karı boşaması kolay oluyormuş!!!!

Sevgili Ayça ile günde en az 10 kez araşıp, kendimi iyi hissettiğim günlerde de akşama kadar 4-5 saatimizi beraber geçiriyoruz. Niye? Deli miyiz biz!!!
Yok valla. Aslında bu işe girdikten sonra deli olduğumuzu düşünmedim değil.
Web sitesi kuruyoruz. Az kaldı çıkacak inşallah. Annelere, bebişlerine, hamilelere yönelik. Ayrıntıları haftaya artık :)
Ama hiç de öyle kolay değilmiş. Uçuklaya uçuklaya bir hal oldum.


Bunların dışında hayatımı tümden etkileyen başka ayrıntılar da var. Ama o da sonra.
Bir de MBA masterına başlıyorum 30'umdan sonra. Deliyim sanırım. O kadar şeyin arasına nasıl sığdıracağım bilemedim. Ama bu ayın sonuna başlıyorum işte.

Çınarişkom 10 gündür ağır ishalle mücadeleden üzerinde don tutmaz oldu. Gerçek anlamda don tutmuyor :))
O kadar zayıfladı ki, herşey düşüyor.
Neyse sağlık olsun diyoruz artık.
Hayatımızdaki yeniliklerden mütevellit çok ihmal edildin oğluşumun blogu. Ama yakın bir zamanda daha sık yazacağım gibi görünüyor. Eski günlere döneceğiz bekle!

25 Ocak 2011 Salı

Sen beni dehtüt mü ediyonnn?

Duygu sömürüsü yapma konusunda kendini aştı ördek. Anneciiiim lüsten ditme noluuuul, üzülüyoluuum derken kaşlarını Küçük Emrah gibi yapıp, acıklı da bir ses tonu yapıyor. Sonra yere oturup bacağıma iki koluyla sıkı sıkıya sarılıyor. Bu şekilde asansöre kadar yerdeki tozu toprağı da Çınar'ın totosuyla temizleyerek gidiyoruz.

En son asansöre binerken feryat figan kopuyor ki danayanamayıp geri giriyorum içeri. Ee ben böyle yaptığım için o da her çıkışımda aynı numarayı çekiyor.

İşte böyle anlardan birinde karşı komşumun yardımcısı kapıyı açtı. O kadıncağız da televizyondaki hizmetçiler gibi giydiriliyor. Bembeyaz...Bir kafasında fırfırlı tacı eksik. Çınar kadını görünce doktor sandı. Kadın da üstüne "Ağlama bak ben doktorum. Yoksa sana iğne yaparım! !!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!! dediğinden beri iğne korkumuzu da nüfüsumuza aldırdık.

Öyle anlar olur ki insan hayatında hele de çocuk büyütürken. Böyle iğne yapma merakı olan teyzeler vardır. Sen istemeden durup, dururken orda burda aniden karşına çıkıp "Bak yemeğini yemezsen...." diye başlarlar.
Türk milleti olarak "samimiyeti" sevdiğimiz için mıncırma, öpme, makas alma, korkutma, 3 yaşında zaten korkularla gerçekler arasındaki farkı anlamaya çalışan çocukların hayal dünyalarına yeni korkular ekleme bize mübahtır.

Bunları düşününce ilk doğum yaptığımdaki evime hayırlı olsuna gelen annemin gün arkadaşları, büyük babaanneler, teyzeler, komşular vesaireler geldi şimdi aklıma.... Korkunç bir dönemdi.. Hepsi  sanal çocuk doktoru, hemşire, psikolog, kadın doğum uzmanı diplomalarını duvarlarına asmıştı bile.

Hepsi de kendini bunların hepsi sanıyordu...  Dışarıdan izleyince komik, ama ilk kez anne olmuş şaşkın ve uykusuz biri olarak dinle dinle doyulmazlardı....

20 Ocak 2011 Perşembe

Doğacak Bebek Aranıyor!!!

Evet gerçekten!! Bir de bebişinin doğum anının fotoğraflanmasını isteyen bir anne ve baba!!
Hem de tamamen gönülden. Ücretsiz :)
Niye mi?
Doğum fotoğrafı çekmek için yanıp tuutşuyorum da ondan.
Bekliyorummm.
Mekan:Ankara

17 Ocak 2011 Pazartesi

Çınarlog


Anneannesi: Sen büyüyünce doktor ol oğlum.

Çınar: Hayıy, ben doktor olmayacağım.

Anneanne: Ne olacaksın?

Ç:  Müzükçü olacağım ben müzükçü!!!!

A:  Televizyona çıkıp şarkı söyleyecek oğlum.

Ç:  Veeeveden mi velecekler ?(merdiven mi verecekler)

A:  Merdiven mi?

Ç:  Hııııı.. Veevedene çıpık teloozyonun üstünde şalkı mı söyleyeceğim?

A: Yok oğlum. Televizyonda izliyoruz  ya abiler şarkı söylüyor. Sen de öyle söyleyeceksin.

Ç: Tamam ben teloozyonun üstüne çıpık sööölelim.

12 Ocak 2011 Çarşamba

O sever, ben sevmem

Büyüyünce ya alim olacak,ya topçu ya da popçu.
Nerde bir müzik duysun hemen kalkıp dans etmeye başlıyor köçek oğlan. Sevdiyse anında ezberleyip söylemeye başlıyor. Bu beni gerçekten şaşırtıyor. Müthiş bir işitsel hafızası var.
Bir de kitap sevgisi var ki benim gibi kokluyor, ne güzel kokuyor falan diyor.
Tüm erkek çocukları gibi top oynamak zaten favorilerimizden.

 Ha bir de sevmediğim bir ayrıntı var. Kuzeninin verdiği minik bir bebek vardı. Dışarı çıkarken "bebeğiiiim" diyip koşarak alıp geliyor.Dün akşam o bebeği yok ettim. İlk başlarda aman olsun nolcek ki diyordum ama olmuyor, sinirlerim zıplıyor "bebeğiiiiim"i  duyunca.
Ben de her defasında "Bebek yorulmuş, uyusun. Tavşanını almak ister misin" diyorum ama ilgi bebeğe yönelince daha da kıymetli oldu onun için. Neyse çok şükür kurtulduk.


Gece terlemeleri, iştahsızlık, burun tıkanıklığı vb.. belirtilerin sebebi belli oldu. Geniz etimiz varmış. İnsan yavrusunun geniz eti var diye sevinir mi? Sevindim çünkü alınınca iştahı açılacak diye.
Doktor alınınca iştahının artacağını ve gelişiminin hızlanacağını söyledi. Tabiri caizse palazlanacak bizim köçek oğlan.
Hala ameliyatta emin değiliz aslında. Birkaç doktora daha danışmak istiyorum.

Yeni yıl dileklerim:
-Sabaha kadar deliksiz uykular,
- Çınar'a bol iştah,
-Çınar'ın anaokuluna sorunsuz başlayıp, mutlu mutlu gitmesi, hatta akşamları benim onu alırken gelmemek için ağlaması,
-Bir de Çınar'a bir kardeş
Hepsi Çınar için vallahi, kendim için tek bir madde bilem yok!!!

7 Ocak 2011 Cuma

Dışı seni içi beni yakar Çınar / Caillou Tiyatrosu İzlenimleri


Yine uzun zaman olmuş yazmayalı.
Bu kadar yaşanmışlığın üzerinden hangisini yazsam bilemiyorum.
Bizim evde bir deli oğlan. Oğlanın söyleyecek çok şeyi var. Anne karnında biriktirmeye başlamış sanırım. Gel gör ki dışarda yanımızda yabancı birileri varsa dut yemiş bülbüle döner.

Konuşuyor mu???? diye soranlar bile oldu. Evet o ki 1 yaşından beri çenesi hiç durmadı.
Napiiiim benimki de bu model. Evde konuştuklarının acısını dışarı çıkınca motoru soğutarak çıkarıyor.

Yabancı birini görünce çıkmakta olan en arka azılarının acısı bir yana bir de utangaçlıktan elini nereye sokacağını bilemeyip, bileklerine kadar ağzına sokuyor. Yok abartmıyorum. Gerçekten ağzı azzzzıcık daha büyük olsa bilekleri de girecek. İkisi birden hem de!

Geçen hafta Caillou'nun tiyatro gösterisinin ilk ayağı olan Ankara'daki oyununa gittik. Caillou sahneye bir çıktı sanki rahmetli Michael Jackson. Tüylerim diken diken oldu valla. Çığlıklar, alkışlar falan. Bir an ben bile "Acaba gerçekten var da ben mi anlamadım" diye düşünmedim değil.

Neyse!Bu gösteri benim kafamı çok karıştırdı. Tamam çocuklar eğlendi, Çınar o günden beri sürekli Caliloıu'nun tiyatrosuna götür beni" diyor ama gel gör ki ben beğenmedim. Ayça ve Burcu da beğenmedi.

Caillou kostümü giymiş bir insan. Kafasında vücududun 5 katı büyüklüğünde bir "kafa".  Çizgi filmdeki sesler yayın yapılıyor ve karakterler sadece elleri oynatıyor.
Oyunu seyrederken "Bu çocukların kafasını çok karıştıracak" diye düşünüyordum ki tam da o anda beklediğim soru Çınar'dan geldi.
-Anne, Caillou ağzıyla konuşmayı bilmiyol mu? (El ağızın kenarında açma kapatma hareketi yapıyor)
Hiçbir karakterin ağzı oynamadığı için kafası karıştı.

Madem aldın lisansını adam gibi bir kostüm hazırla, ağzı oynasın, kafası küçük olsun, insana benzesin, filmde koşturup duran Gilbert birden bire bir oyuncağa dönüşmesin vesaire vesaire....

Çınar yaşındaki çocuklar her ne kadar çok sevseler de bence bu hayranlıkları sadece tv ekranından kalmalı (her ne kadar izletmemek için elimden geleni yapsam da). Ona sürekli bunun bir film olduğunu, gerçek olmadığını anlatsam da bana sürekli Caillou'nun nerede yaşadığını sorup duruyordu. Şimdi artık demek ki gerçekmiş diye düşünmesine, televizyonda gördüğü çizgi karakterlerin aslında gerçek hayatta da var olabileceklerine inanmasına sebep olacağını  düşünüyorum.

İzlediğine pişman mıyım, değilim! Eğlendi, gösterinin yarısından fazlası zaten müzik eşliğinde Caillou denen yaratığın dans etmesiyle geçti.
Biraz daha büyük olsa bunu düşünmeyecektim elbette. Hem bir anne, hem de bir uzman olarak daha 3 bile olmamış çocuklar için uygun olduğunu düşünmüyorum.

Gidemeyenler, bilet bulamayanlar üzülmesin. Kaçırdığınız birşeyiniz olmadı. Üstüne paranız da cebinizde kaldı.
Umarım bu mesaj gerekli yerlere de ulaşır.

Not: 9 Ocak Pazar saat 19.30 Kanal B Anı Durdur programındayım.

4 Aralık 2010 Cumartesi

Sen misin?


Arabada bana seslenirken;
-Aşkım, canımmm, bebeeğiiimmm!!

Yaramazlık yapıp paparayı yediğinde, ona kızgın bakarken bana:
-Sıpa seni sıpaaaaaa!!!

Konuşmamın bir yerinde "pekii" diyen bana:
-Senin petii diyişini yelim (yerim).

diyen fındık faresi annesini taklit eden bir ikibuçukluk mu?

30 Kasım 2010 Salı

Faili Meçhul idi!!



Arandı ve bulundu. Fındık kurdumun minik kumbarası, hani o dolunca ona istediği oyuncağı alacağıma dair söz verdiğim kumbarasınının faili bulundu. Hem de sicili alyansım, yarım altınım, bir kumbara dolusu 1 TL'lik ve yem olarak koyduğum diğer paralarla birlikte.

Kimyam değişti. Meğer görünüşe, masum, namuslu görünen bakışlara inanmamak gerekiyormuş. "Ben çocuğuma haram yedirmem" diyen birine bile.  Garip bir his benimki. Salak yerine koyulmuş gibi hissediyorum. Temizlikçi ablamıza soramadım neden böyle yaptın diye... Götürdüklerinin üstüne bir de gündelik parasını verip yolladım :)



Özelinin bir başkası tarafından "çalınması" bir yana beni asıl rahatsız eden 2,5 yaşındaki bir çocuğa ait olan şeylerin alınması.
Ben ona istediği oyuncağı alamaz mıyım? Alırım.
Oraya tekrar para koyamaz mıyım? Koyarım. Ama ilk kumbaramızı ilk açımız ne güzel bir bekleyişken-ki Çınarişkom artık onu anlayıp, bekleyebilecek yaşa yeni gelmişken ve sevinçle beklerken, 1 yıldır biriktirdiğimiz tüm paramız yandı, bitti, kül oldu.
İçinde bize bıraktığı 9 TL'yi (Aaa biroyuncak araba parası bırakmış ama. Yiğidi öldür, hakkını yeme.) kumbarayla beraber camdan fırlatasım var.

Amaaaaan boşver demek istiyorum. Vallahi Hayrettin ne-ettin?  TIK

23 Kasım 2010 Salı

Çünküüüü

Soruyorlar neden blogu güncellemiyorsun diye.
Cevap, çok yoğunDUMMM, keyfisizdim, yazasım gelmiyorDU.
Ama işten ayrıldım.
Hızlı başladı, çabuk bitti.

Neyse buradayım yine. Çok ama çok rahatladım. Aşırı stres, başka problemler....2 ayda 2 yıl çalışmış gibi yıprandım.

Hepsi bitti, gitti...Şimdi başka projelere hazırlanıyorum.

Bakalım...

Bakıcı ablamız, Çınar ve ben üçlüsü olarak evdeyiz yine. Gerçi mümkün metrebe dışarıdayım ama en azından o psikolojideyim.

Çınar'la beraberken ardı arkası kesilmeyen sorularına cevap vermekle meşgulüz. Tüm soruların ilk iki kelimesi şunlardan ibaret: "Peti neden?"

Küçükken annem çok konuşmamdan, çok soru sormamdan şikayet ederdi, hatırlarım. Hep şu cümlesi kafamda yer etmiş : "Kızım soru yağmuruna tutma beni."

Çenemden şikayet ettiği zamanlarda  "Allah sana senin gibi bıt bıt çeneli bir çocuk versin inşallah, o zaman anlarsın beni. "derdi.
Şimdi anlıyorum anacığım seni.

Çınar ve benim aramızda geçen mini bir diyalog:
Ç-Anne, dedem bana neden çikota aymış?
A.- Senin yemen için.
Ç- Peti neden benim yemem için aymış?
A- Çünkü sen çikolatayı seviyorsun.
Ç- Petiiii neden ben çikotayı seviyoyum?
A-Tadı güzel olduğu için.
Ç-Petiiiiii neden çikotanın tadı düzel?
A- Çünkü onu pişiren amcalar içine lezzetli şeyler koymuşlar.
Ç- Peti neden ondan koymuşlay?
A. Çocuklar sevsin diye.
Ç-Petii neden çocuklay sevsin diye, çocuklay çok mu tatlılay?
A. Evet oğlum..
Ç. Petiii neden çocuklay çok tatlılay?
A-.....................
Ç-????????????





9 Kasım 2010 Salı

Paşam ne kadar iyiyse ben de o kadar iyiyim

Nadirdir Çınar'ın "ben yatacağım" diyip, kelimeleriyle, uykuya dalmasının arasında sadece saniyeler olması.
Daha mama sandalyesinde otururken -ki daha kahvaltı sofrasındayken- uykusunun gelmesi pek mutlu etmedi beni açıkçası.

Hemen balkona çıkardım, sırtını güneşe verdim, orada uyudu.
Yatağına götürür götürmez kusmaya başladı.

2 gündür de bugüne kadar hiç olmadığı kadar hasta paşam.

İşe başladığımda çocukların hastalıklarından konuşurken "Çınar bugüne kadar hiç ateşli hastalık geçirmedi" gibi boşboğaz bir laf etmiştim.

Dilim kopsaydı da demeseydim. O gün bugündür son 2 ayda tam 4 kez ateşlendi. 2,5 yaşına kadar ki ortalamayı yükseltti.

Ama bu sonuncusu cidden çok kötü. Hepsinin de kreşe gittiği günün ardından çıkması ise tesadüf mü yoksa kreşten mi alıyor sorularını uyandırdı bende.

"Nadir gittiğinde böyle olacaksa tamamen başlayınca ne olacaklar??" sa cabası......??????

3 gündür gece gündüz ateşimizi düşüremiyoruz. Özellikle geceleri 39'u buluyor. Sabaha kadar duş ve burun temizlemeyle geçiyor.
Ne o uyuyor, ne biz.
Duştan nefret ediyor artık... ve ben de. Sonrasında ıslak ıslak, zangır zangır titrediğinde hem kendimi suçlu hissediyorum hem de bir yandan "onun iyiliği için ama"larla kendimi telkin ediyorum.

Eskaza uyuyabildiği daha doğrusu sızdığı zamanlarda da bir horlama bir horlama. Üst komşu falan duyuyorsa "adam da ne horluyor" diyordur eminim. Hiç abartmıyorum vallahi.

Bu yaşta burnu tıkalıyken böyle horlayabiliyorsa, büyünce nasıl olacak tahmin edemiyorum. Artık onu da karısı düşünsün napiiim :p

Neyse, geçen hafta sonu 3 gün fotoğraf klubüyle İstanbul'daydım. İlk ayrılığımızdı.
Çok ama çoook özlemişim.

3 günde bayağı bayağı büyümüş geldi bana. Son zamanlarda başımıza babacı kesilmişti.
İyice pabucum dama atılmış bu arada. Şimdi arayı kapatmaya çalışıyorum :))

Sanırım "Sen bekle, az daha büyüsün bana dönecek, babacı olacak" sözlerine cevap olarak attığım kahkahalara karşılık avucumu yalıyorum.


Çekirdek aile olarak kutladığımız doğumgünümden postla alakasız bir kare



25 Ekim 2010 Pazartesi

Pulsuz Dilekçe

PULSUZ DİLEKÇE


Bütün duygu ve düşüncelerimi dile getirebilseydim, size şunları söylemek isterdim.

Sürekli bir büyüme ve değişim içindeyim, sizin çocuğunuz olsam da sizden ayrı biri kişilik geliştiriyorum.

Beni tanımaya ve anlamaya çalışın. Deneme ile öğrenirim.

Bana ayak uydurmakta güçlük çekebilirsiniz. Oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşlarımda özgürlük tanıyın.

Beni her yerde her işimde koruyup, kollamayın. Davranışlarımın sonuçlarını kendim görürsem daha iyi öğrenirim. Bırakın kendi işimi kendim göreyim. Büyüdüğümü başka nasıl anlarım.

Büyümeyi çok istiyorsam da ara sıra yaşımdan küçük davranmaktan kendimi alamıyorum. Bunu önemsemeyin, ama siz beni şımartmayın.

Hep çocuk kalmak isterim sonra, her istediğimi elde edemeyeceğimi biliyorum. Ancak siz verdikçe almadan edemiyorum.

Bana yerli yersiz söz de vermeyin. Sözünüzü tutmayınca sizlere güvenim azalıyor.

Bana kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığımı görünce beni sınırlayın.

Koyduğunuz kurallara ve yasakların hepsini beğendiğimi söylemem. Ancak, hiç kısıtlanmayınca ne yapacağımı şaşırıyorum.

Tutarsız davrandığınızı görünce hem bocalıyor, hem de bundan yararlanmadan edemiyorum. Beni dinleyin.

Öğrenmeye en yatkın olduğum anlar, soru sorduğum anlardır. Açıklamalarınız kısa ve özlü olsun.

Öğütlerinizden çok davranışlarından etkilendiğimi unutmayın. Beni eğitirken ara sıra yanlışlar yapabilirsiniz, bunları çabuk unuturum. Ancak birbirinize saygı ve sevginizin azaldığını görmek beni yaralar ve sürekli tedirgin eder.

Çok konuşup, çok bağırmayın. Yüksek sesle söylenenleri pek duymam.

Yumuşak ve kesin sözler bende daha iyi iz bırakır. "Ben senin yaşında iken." diye başlayan söylevleri hep kulak ardına atarım.

Küçük yanılgılarımı büyük suçmuş gibi başıma kakmayın. Bana yanılma payı bırakın.

Beni, korkutup sindirmek, suçluluk duygusu aşılayarak uslandırmaya çalışmayın. Yaramazlıklarım için beni kötü çocukmuşum gibi yargılamayın.

Yanlış davranışım üzerinde durup düzeltin. Ceza vermeden önce beni dinleyin. Suçumu aşmadığı sürece cezama katlanabilirim.

Beni yeteneklerimin üstünde ki işlere zorlamayın. Ama başarabileceğim işleri yapmamı bekleyin.

Bana güvendiğinizi belli edin. Beni destekleyin. Hiç değilse çabamı övün.

Beni başkalarıyla karşılaştırmayın, umutsuzluğa kapılırım. Benden yaşımın üstünde olgunluk beklemeyin.

Bütün kuralları birden öğretmeye kalkmayın. Bana süre tanıyın. Yüzde yüz dürüst davrandığımı görünce ürkmeyin.

Beni köşeye sıkıştırmayın. Yalana sığınmak zorunda kalırım. Sizi çok bunaltsam bile soğukkanlılığınızı yitirmeyin.

Kızgınlığınızı haklı görebilirim, ama beni aşağılamayın. Hele başkalarının yanında onurumu kırmayın.

Unutmayın ki ben de sizi yabancıların önünde güç durumlara düşürebilirim. Bana haksızlık ettiğiniz anlayınca açıklamaktan çekinmeyin.

Özür dileyiş, size olan sevgimi azaltmaz; tersine beni size daha çok yaklaştırır. Aslında ben sizleri olduğunuzdan daha iyi görüyorum.

Bana kendinizi yanılmaz ve erişilmez göstermeye çabalamayın. Yanıldığınız görünce üzüntüm büyük olur.

Biliyorum ara sıra sizi üzüyor, belki de düş kırıklığına uğratıyorum.

Bana verdikleriniz yanında benden istediklerinizin çok olmadığını biliyorum. Yukarıda sıraladığım istekler size çok geldiyse bir çoğundan vazgeçebilirim, yeter ki beni ben olarak seveceğinize olan inancım sarsılmasın.

Benden "örnek çocuk" olmamı istemezseniz, ben de sizden "kusursuz ana-baba" olmanızı beklemem. Sevecen ve anlayışlı olmanız bana yeter.

Sizin çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi. Ama seçme hakkım olsaydı sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim.

Sevgiler Çocuğunuz...

Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu

21 Ekim 2010 Perşembe

Her anı oyuna döndürebilme yetisi= Yaratıcılık


Bu aralar bakıyorum da herkesin üzerinde bir rehavet. Boşlanmış bloglar pek çok. Benimki de
bunlardan birisi. Bu ihmalin pek çok nedeni var ama en başta iş geliyor.
Eve ağzım açık geliyorum. Sonra evde müthiş bir güç savaşı başlıyor. Yer misin yemez misin, uyur musun uyumaz mısın......
Kim galip, kim malup bilemiyorum ama saat 12'ye doğru ben kendimi pek bi malup hissediyorum. Ne kadar galip görünsem de.


Halbuki o kadar çok şey planlayarak geliyorum ki eve.

Öncelikle ayaklarımı havaya dikip uzanmak, kitap okumak, internette boş boş dolanmak, blogu güncellemek, bir türlü bitiremediğim Lost DVD'lerini izlemek hatta ve hatta hiç sevmediğim televizyonu izlemek. Bir de çalışmak tabii, zorunluluktan...
Ama hiçbirini yapamıyorum yorgunluktan.Uyuyakalıp, yattığım koltuktan kazınarak yatağa gidiyorum (ne tatlı uykudur o ama ).

Çınar 1haftadır hastaydı yemek yemeyen çocuk iyice yemekten aştan kesildi. Benim sinirlerim iyice hopladı. Neyse ki gündüz evde yokum da gözüm görmüyor.


 Akşamları ise uymuycaaaaaam! Geyek yok  anne, uyumuycaam geyek yok!!! Ben uyandım!!! Uyumak iiiiss-teeee-mii-yooooo-ğuummm. İstemiyoğum dedim işte! Ya anne yatmıyycam dedim işteeeeee!
Özellikle 3 gecedir resmen evde tabak çanağın havada uçmadığı kalıyor. 9.15'de yatağa sokmak için mücadelemiz başlıyor ancak 11.30-12.00 arası muvaffak olabiliyoruz.
O saatten sonra ne yapabilirim ki!





Küçük bir çocuğun hayal dünyasının bizden ne kadar farklı ve geniş olduğu üzerine düşünmemi sağlayan şeyler yaşıyorum bu aralar. Bugün üstünü giydirirken elinde oyuncağı bir elinden diğerine geçiriyor.
Sonra "çekkür edeyiiiim" diyor ve eline bakıyor. Diğer eline geçirip, yine eline bakarak "çekkür edeyiiiim" diyip gülüyor.
Kime teşekkür ediyorsun dediğimde "elime çekkür ediyoğum" dedi.
Ellerinin yardımlaştığını düşünüyor ve teşekkür ediyor :)))
Süper birşey bu.. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.

İşte o zaman oyun grubumuz geldi aklıma. Küçüklüklerinden bu yana nice şey paylaştılar. Kavga ettiler, güldüler, hala da kavga ediyorlar ama paylaşmayı, yardımlaşmayı öğreniyorlar.
1 ay kadar önce hafta sonu şehir dışındaki evimizde" 4 silahşörler mangal partisi " yaptık. Bahçedeki bir avuç kum, aslında hepsine yetecek kadar kum ilk defa akşama kadar kavga etmeden, gıkları bile çıkmadan oynamalarına yetti.




Sorunsuz bir gün geçirmenin temelinde yatanlarsa çok basit.Bir parça kum, biraz temiz hava, biraz su, hortum ve bir bidon :))) Çünkü kum hepsine yetiyordu.

Yemek yemeseler de, uyumasalar da saçları, başları, gözleri, ayak parmak araları, burun delikleri, kulakları hatta pipilerine kadar kumdan bembeyaz olana dek oynadılar.
Kumdan Allah razı olsun, en çok biz rahat ettik. Babalar zaten hep rahat :ppp





Kıssadan hisse: Şimdi anladın mı beni blog, yazamıyorum pek ama aklımdasın. S.S.

8 Ekim 2010 Cuma

Çocukla işe gitmek mi, çocuğun okulunda çalışmak mı?

Geçen cuma öğle uykusundan sonra Çınar'ı kreşe getirdim.
Şöyle oldu:
Öğretmeniyle tanıştı.
Sınıfa girdi ve....
Beni unuttu :((
Önce annesi olarak şaşırdım, bu kadar mı çabuk dedim. Sonra eğitimci olarak bunun devamlı olacağını daha bilmiyor, bir-iki güne gerçekle yüzyüze gelir dedim.
Evvet...Eğitimci kimliğim kazandı.
Hem de tam da 2.gününde.





Okul biraz kalabalıklaşsın, çocuk dolsun sonra başlasın diyordum. Çünkü hergün gelen giden çok oluyor. Sürekli veli görüşmeleri yapıyorum. Beni bırakmayacağını biliyordum.
Normalde Çınar'ı evden çıkarmak ne mümkün.
 Dün sabah bakıcı ablamız geç kalınca "hadi okula gidiyoruz" der demez hemen koştu çantasını getirdi. Ayakkabılarını son sürat giydi. Gık bile demeden....
Yoksa psikolojik olarak hazırlamamız, kapıyı kapatıp "hadi biz gidiyoruz, hoşçakal" dememiz, ardından Çınar'ın ağlayarak gelmesi "ben de geliyorummmm anneeee" diye bağırması, ardından kapı önünde giyinmesi, ayakkabılarını giydirene kadar 30 kez içeri gidip gelmesi ve kan, ter içinde çıkmamız lazımdı.




Ama hiçbiri olmadı. Gidiyoruz dedikten sonra benden bile hızlı hazırlandı.
Bilmiş bilmiş gitti okula. Sanki 40 yıldır gidiyor.
Ta ki kreşin kapısına gelene kadar.
Kapıya geldik ve orada başladı "beni kucağıma(kucağına) al anne..."
İndirene kadar canım çıktı. Öğretmenler pervane.
Yok... Yemek salonuna girmiyor. Bir süre sonra karar verdi ve girdi yemek salonuna.
Sonra????
"Sen yedir anneeee"
Allahımmm ben anaokuluna başlayınca yemeklerini kendi yiyeceği için mutluydum.
Kafamda sürekli alt yazı geçiyor." Alışma süreci, normaldir"
Diğerlerini de taklit edip, hiçbirşey yemedi.
Sınıfa girince beni unuttu.
Uyku ve yemek saatlerinde görünmemeye çalışsam da, veli görüşmesi, öğretmenlere birşey söylemem gerektiği durumlarda beni görünce uzun bir öpüşme, sarılma, kucağa gelme, omzuma kafayı koyup yatma, kulağına saçımı sokma faslı gün içinde en az 15 kez kadar tekrar etti. Arada istediğinde çıktı, beni gördü.. Giderken de "anne yütfen işe ditme" diyi endişeli ama mutlu bakışlar fırlattı.


Herşeyi benden istedi. Annem uyurken yanıma yatsın, kitabı sen okumaaaa annem okusun, yemeğimi annem yedirsin, sen konuşmaaaa annem konuşsun.

Görüşmelerim sırasında "Yaaa ben anneme ditmek istiyoyuumm" lar kapının önünde çınladı.
Yok dedim yok yok... Ertesi gün ve 1-2 hafta kadar getirmeyeceğim..
Çok yoruldum, çok. En iyisi o evde, ben anaokulunda.
Tek işim okul, çocuklar, program, plan, veliler, eğitimciler, gelişim değerlendirmeleri, kayıtlar, hazırlanacaklar olsun..
Çınar aç, gergin benim peşimde, ben işim yapamazken olmuyor....
Biraz vakit....
Fotoğraflar: Demir, Emre Jr, Arda ve Çınar. Arda ve Burcu'nun katılamadığı Tunalı buluşmasında yeni 4.cümüzü bulduğumuz anların hikayesidir.





Veeeeee..... Okeye 4. geldi... Aynı yaşta bebesi olan kızlar klübü son üyeleri.... 1 üyemiz değişti.

Burcum inanmıyorsun ama inan o an hepimiz çok üzgündük. Gözlüklerden görünmüyor farkındayım.....
Bu hafta sensiz 2.blog yazısı ve sana ithafen notlar.....
Seni çok seviyoruz..... Valla billa....

23 Eylül 2010 Perşembe

Programlı program hazırlarken hayatın programından uzak kalmak


Yatıyorum,
Kalkıyorum,
İşe gidiyorum,
Geliyorum,
Bilgisayarın başına oturuyorum,
Araştırıyorum,
Yazıyorum,
Oluşturuyorum,
Kitabıma dönüp okuyorum,
Yatıyorum,
3-4 saat uyuyorum ya da 52345782416 kez uyanıyor Çınar'a 52345782416 kez su veriyorum ve 52345782416 kez ağlamaması için sakinleştirip 10 dk sonra geri kalkmak üzere yatağıma gidip sadece yatıyorum.




Çok zormuş ama bir o kadar da eğlenceliymiş yeni bir sistem oluşturmak.
Oğlunun içine dahil olacağı farklı, yaratıcı ve araştırmacı, oyunla öğreten, ingilizce, sanat, bilim ve oyun ağırlıklı bir eğitim programı hazırlamak.
Değişik bir program ama... Ne Montessori, ne Reggio Emilia, ne High Scope.....
Çooook yakında...
Şiş ve kırmızı gözlerime değecek.