26 Ekim 2009 Pazartesi

Bir uyku tarihçesi

Hep diyorum ki fındık kurdumun şu 19 aylık hayatı süresince 3-6 ay arası en rahat olanıydı.

Gazı bitmiş ve sabaha kadar deliksiz uyumaya başlamıştı. Ek gıda gibi bir derdi de yoktu. Emip uyuyordu.

Ne zaman 6 aylık oldu ayrılık kaygısı başladı. Bir ara azaldı, gece uykuları düzene girdi. Arada dişler çıkarken bozuldu. 15 aydan sonra ayrı, korkunç bir dönem başladı.

Hiç gece olsun istemedim. Aylardır uyuyamıyorduk. Son 1 haftadır hariç....


İlk hatamız her ağladığında hemen başına koşmak oldu. Daha doğrusu ben babasına 50 kez söyledim alışır diye ama o beni dinlemedi.

Önce pış pış, sonra kucağa alma, sonra kucakta sallama, sonra kucakta gezinerek uyuma, sonra ayağa kalkıp kucağa gelmek için bağırma, sonra ayakta sallama, sonra o da yetmedi, 10 aydan beri geceleri emzirmiyordum ve tekrar emerek uyumaya alıştı. Gittikçe daha fazlasını istemeye başladı.En son tekrar başa döndük.

Baktım bu iş böyle olmuyor,gece emzirmeyi bıraktım. birkaç ağladı, unuttu. Ben onu uyutup yatağa yatırınca odadan parmak ucunda hırsız gibi çıkmaya başladım.En ufak bir "çıt"da uyanıp, saniyesinde oturup anne diye seslenmeye başladı.

İlla elim sırtına değecek uyurken. Artık kucağa almıyorum diye sevinirken bu sefer de dokunarak uyumaya alıştı.

Hep velilerime "uyuturken asla dokunmayın" sözlerim kulaklarımdaydı. Söylemesi kolay tabii :) O zamanlar çocuksuzum ya, bekara karı boşaması kolay olurmuş.


Baktım ben elimi çekince uyanıyor ve belim, gece 1-2 saatimi eğilerek geçirmekten fena ağrıyor hemen aldım ipi elime. Zaten bendeydi gerçi. Çınar geceleri ağlayınca odasına giren babayı görünce yaygarayı kopardığı için babamız mışıl kışıl uykusuna devam ediyordu. Hala da devam ediyor o ayrı....

Kucağıma almayacağım dedim ve bir gece sabaha karşı komşu momşu dinlemedim, yatır-kaldır yöntemini denedim. Yarım saat sürdü ve yattı uyudu. Ertesi gün gece uyandığında kucağıma gelmek için herhangi bir talepte bulunmadı. Pış pışladım sadece. Yine dokunmamı istedi.

Parmağımın ucuyla dokundum. Ama iyice dalmamışsa uyanıyordu odadan çıkınca. Bu böyle sabaha kadar 10-12 kez sürüyordu.

Tak etti canıma Ferber'i denedim. Akşam 8.30 'da uykuya geçerken emdiği içi bir sorun yok, tek problem gece uyanmaları. Uyumadan yarım saat önce emzirip uyanık tutmaya çalıştım ve başladım uygulamaya.
İlk gece 55 dk, 2. gece 1,5 saat (2. gece direnç arttığı için artması beklenen bir sonuç), 3.gece 20 dk, 4. gece 10 dk'da uyuacak gibiydi ki babası psikolijisini bozacağımı söyleyip gidip aldı kucağına.
Olan 3 güne oldu. Boşa ağladı o kadar. Ama gerçekten taş gibi sinirlerinin olması lazım o ağlamaya dayanmak için, müthiş zor birşey. O ağlarken neler yapmadım ki o huzursuzlukla. Dolapların içini düzelttim, ütü yaptım, kendimi işe verdim. Bunları yapmam için Çınar'ın ağlaması lazımmış diye de düşünmeden edemedim.

Araya tatil girdi yine düzenimiz değişti. Ondan sonra dokunmadan uyumaya alışsın diye odasındaki koltuğa oturdum ve pış pış dedim. Çok sinirlendi. Elini uzatıp tuuut tuut diye ağladı. 2 gece 20 dk kadar ağladıktan sonra baktı kalkmıyorum yatıp uyudu. Bu arada sürekli kısık sesle yatıp uyuması gerektiğini anlattım. Ben konuştukça daha da sinirlendi.

Bizimle yattığında ve ben odasında yerde yattığımda daha az uyanıyor ve hemen uyukuya dalıyor tabii. Yani onun istediği benim. İlla ben yanında olayım istiyor ama benden biraz kopsun istiyorum zaten gündüzleri yapış yapışız geceleri bari ayrı olduğumuzu anlasın istediğim için alamdım yanıma. Zaten bizimle yatmaya alışsın da istemiyorum.

En son geçen gece 12 'de uyanıp koltukta oturarak pış pış yapmam, o yetmeyince ayağımda sallamak zorunda kalmamla uyuması ve ben odadan çıkınca tekrar ağlaması seansları bilmem kaç kez tekrar edip de gece 2 olduğunda hala uyumamış olması sonucunda gözüm döndü.

Önce ağlarken onu sakinleştirdim ve onun yatağının burası ve benim yatağımın içeride olduğunu, sabah uyanınca yanıma geleceğimi defalarca söyledim. Gideceğimi anlayıp daha çok ağladı. Yatak odasına gittim, yatağıma yattım ve oradan pış pışladım. 20 dk kadar ağladı ve sonra uyudu.

Ondan sonraki gecelerde uyanınca anne diye beni çağırdı ve hiç kalkmadım. Aynı şekilde yattığım yerden pışpışladım.

Çok şükür belimin ağrısı da geçti. Böylece uykuya dalma süresi kısaldı, 5-10 pışpıştan sonra hemen uyudu. Bir de sadece 2-3 kez uyanmaya başladı.Eskisine göre çok iyi bir rakam.

Uyanıp beni kontrol ediyor anladığım kadarıyla. Artık o da cabası diyelim.

Sonuç; geceleri birkaç kez yattığım yerden, gözümü bile açmadan pış pış diyip uyuyorum. Süper bir duygu....

Not: Saçlar erkek berberinde kesildi sonunda. Anladım ki erkek çocuğu kadın kuaförüne götürülmezmiş. Hala kız sanıyorlar ama :( Millet kör herhalde.






Posted by Picasa

23 Ekim 2009 Cuma

Eşleştirme çalışması nasıl yapılır?

Bazı bloglarda okuduğum eşleştirme çalışmaları ve bana mail yoluyla ulaşan arkadaşlarımın "eşleştirme nasıl yapılır?" soruları üzerine birkaç kelam etmenin zamanı gelmiştir.

Eşleştirme çocuğun kavramları (renk, şekil. mekanda konum..) , matematiksel becerileri ve nesneler arası ilişkileri algılamasında temel oluşturur. Çocuğun bu becerilerini bir apartman diye düşünürsek eşleştirme de binanın temelini oluşturur. Bu yüzden önemlidir.

Çocuk bir şeyi öğrenirken önce 3 boyutlu gerçek nesnelerle öğrenir. Dokunma, görme, koklama, işitme duyularını kullanır. Sonra 2 boyuta geçer nesne resimleri ile öğrenir. Sadece görme duyusunu kullanır.

Bu yüzden öncelikle nesnelerle nesneleri eşleme öğretilir. Burada bahsettiğim kavram (renk, şekil, mekanda konum) eşleştirmesi değil sadece 18 ay civarında nesneleri, resimleri, nesneler arası ilişkileri anlamaya çalışan çocuklar için uygulanan nesne eşleştirme çalışmasıdır.

1. aşama: nesne-nesne eşleştirme (ikisi de 3 boyutlu)

2. aşama: nesne resimleriyle nesne resimlerini eşleştirme (ikisi de 2 boyutlu)

3.aşama: nesnelerle, resimlerini eşleştirme (biri 3, diğeri 2 boyutlu)




Örnek bir çalışma ile anlatayım daha akılda kalıcı olur.

Seçtiğimiz nesne elma olsun. Çocuğun elma ile elmayı eşleştirmesini istiyoruz.

Öce 2 seçenek arasından eşleştirmeye başlıyoruz.

Annenin elinde elma, çocuğun önünde elma ve kalem var. (Önce çeldirici nesne olarak farklı tür bir nesne seçiyoruz. Kalem yerine armut olsa ilk başta eşlemenin mantığını kavraması daha zor olur)

Önce nesneleri isimleri ile tanıtıyoruz. "Bu elma, elmayı yeriz, tadı çok güzel" gibi cümlelerle akılda kalmasını sağlıyoruz. Sonra aynı şekilde kalemi tanıtıyoruz. (Bunları çocuğun önünde yanyana koyduğumuz nesneleri tanıtarak yapıyoruz)
Sonra anne kendi önünde duran elmayı alarak "bu da elma" diyerek gösteriyor. Daha sonra çocuğun önünde duran elmayı da alıp "Aaa bu da elma. Bunlar aynı" diyerek "aynı" kavramını anlamasını sağlıyor.

Bunu birkaç kez tekrar ettikten sonra kalemi gösterip" Aaa bunlar aynı değil. Bu elma, bu kalem" diyerek farklılıklarını vurguluyor.

Sonra çocuğun önündeki nesnelere tek tek bakmasını sağlayıp ardından elindeki elmayı gösterip "hadi bana bunun aynısını ver (göster)" diyerek eşleştirmesini istiyor.

Burada önemli olan nesnenin ismini söylememek!. Çünkü "elmanın aynısını ver" dersek bu sefer çocuk aynısını aramak yerine kendisine verilen" elma" ipucunu yakalayıp elmayı aramaya başlayacaktır, aynısını değil.

İlk başta başarılı olamazsa elinden tutup nesneyi almasını ve bize vermesini sağladıktan sonra "aferin aynısını verdin (ya da gösterdin). Bunlar aynı" diyerek pekiştirirsek çocuğu güdülemiş oluruz.

Bu çalışmada başarılı olunca ardından seçenek sayısını artırıp kalemin yanına bir top, daha sonra 4 'e çıkarıp bardak vb.. nesnelerle 8-9 seçeneğe kadar çıkabiliriz.

Daha da zorlaştırmak istiyorsak sadece meyvelerle de (yani aynı tür nesneler) yapabiliriz.

Eşleştirme çalışmasında önce farklı tür (daha kolay olduğu için), sonra aynı tür (daha zor) nesnelerle yaparak daha eğlenceli ve çeşitlendirilmiş hale getirebiliriz.

Diyelim ki çocuğumuz nesne-nesne eşlemeyi tamamladı. Ardından aynı çalışmayı nesne resimleri ile yapıyoruz.

Daha sonra da nesne ve nesne resimi eşleme.Bu çalışmada anne ya da çocukta nesne varken diğer tarafta nesne resmi oluyor. İlk başta çok zorlanırsA birebir aynı nesnenin resmini (fotoğrafını çekip koymak) koyarsak daha kolay algılayıp, yapabilirler.

Çalışma sırasında başımıza gelebilecek daha doğrusu kesin gelecek olanlar:
-Sürekli nesneleri eline alıp oynamak, atmak isteyecek (bunun için önceden nesneleri eline bir süre verip, oynasın ki hevesini alsın.Ayrıca kollarını balayıp beklemesi için sürekli yönlendirme yapmak lazım. Zamanla beklemeyi öğrenirler. Bir de beklediğinde "aferin çok güzel bekledin. Çok güzel kollarını bağladın" gibi pekiştirmeler kullanmalı)

-Ayağa kalkıp gitme ( ısrar etmemek lazım. ne zaman isterse o zaman bırakabilir)

- Sürekli aynı nesneye odaklanıp, onu verme ( nesneleri değiştirmek en iyisi)

-Dikkati oyun dışındaki şeylere kayma (dikkat dağıtıcı unsuru ortadan kaldırmalı ya da çalışmayı bırakmalı)

21 Ekim 2009 Çarşamba

19 aylık bir keçi

15 aydan sonra Çınar bambaşka bir çocuk oldu. O sakiiiin, mülayim çocuk gitti yerine inatçı, dediğim dedik ve çok hareketli bir çocuk geldi.

Özellikle son 1 haftadır inatçılık hat safhaya çıktı. Artık kendini konuşarak ifade edebildiği için anlamamazlıktan da gelemiyorum :)

Favori ifademiz ııh-ıhh ya da hayaa(hayır). Herşey ıh-ıhh. Özellikle soru eki -mi ile biten her kelime ıh-ıhhla cevap buluyor. En sevdiği şeyleri bile sorduğumuzda reddediyor. Mesela alışveriş merkezlerindeki tırtıllara asla karşı koyamaz. "Tırtıla binecek misin?" ıhh-ıhhh."O zaman trene binelim mi?" ıhh ıhhh.

Ne söylediğimize bakmıyor bile amaç annenin babanın söylediğine karşı çıkmak.

Şimdiki çocuklar eski gelişim testlerine göre hep daha ileri düzeyde çıkıyor. Bunda daha çok uyaranlı, daha çok işitsel, sözel, görsel girdilerin verilmesinin payı büyük diye düşünüyorum. Dolayısıyla çocuklar zihinsel olarak yaşından biraz daha ileri düzeyde oluyor.

Bunun sonucu ise çocuk gelişiminde bulunan kritik dönemlerin daha çabuk yaşanması. Bizim önümüzdeki kritik dönemse "terrible two" ya da 2 yaş sendromu.

Çınar'ın 2 yaş sendromuna girdiğini düşünüyordum da yüksek sesle söyleyemiyordum. Dün 19 aylık kontrolümüze gittiğimizde doktorumuzun da onaylaması üzerine yeni bir sendromumuz ve Çınar'la evimize döndük. Hemen bir acil eylem planı oluşturdum. Hangi durumda ne yapmalı, neler yapmamalı.. Bunu sonra ayrı bir yazı şeklinde yazarım. Önce sinirlerimi aldırmam lazım.

Biz bu inatçılığı sevmediği şeylerde daha yoğun yaşıyoruz. Nedir bu? Tabii ki yemek.

İstemiyorsa hemen kafayı sallayıp ıhh-ıhh ya da yemeğin ortasında tabağı uzatıp "ah ah doooduu" ( al al doydum). "Bunu da ye oğlum, hadi bitirelim" dediğimde bir çığlık ve yüsek perdeden "dooooduuuuuuuuuuuuu" (doydum dedim ya sana kadın) diyerek ağzımın payını veriyor.

Bense tabağı alıp tıpış tıpış kalkıyorum masadan. Emir büyük yerden napalım.

Son bir ayda neler değişti?

Motor becerilerinde ufak da olsa ilerleme var.

Merdivenden bir yerden tutunmadan inmeye çalışıyor bazen başarılı oluyor.

Müthiş top oynuyor. Topu yere koyuyor. 4-5 adım geri gidip mesafeyi alıyor ve koşarak topa vuruyor. Bunu kimse öğretmedi sanırım babasıyla oynarken onu gözlemiş.

Kalemle daha güzel karalama yapıyor. Önceden dikey, yatay hareketlerle karalama yaparken şimdi dairesel karalama yapabiliyor.

Yap-bozlarla daha çok ilgileniyor. Tam olarak takamasa da takmak için bayağı çaba sarfediyor. En azından daha uzun süre dikkatini yoğunlaştırarak oynuyor.

Şarkı söylüyor. Pıtırcık serisinin sesli kitaplarını çok seviyor. Şarkılı olanları hiç durmadan arka arkaya 50 000 kez dinliyor. Şarkıya eşlik etmeye çalışıyor. İçinden belli başlı kelimeleri şarkıyla beraber söylüyor ve melodisini kendince birşeyler söylerek taklit etmeye çalışıyor. Benzetiyor da.

Müziğe olan yeteneğini bebekler için müzik kursuna göndererek değerlendirmek istiyorum ama domuz gribinden dolayı biryere hareket edemiyorum.

Dünkü kontrolde Çınar daha da zayıflamış çıktı. 15 aylıkken daha kiloluymuş bu halinden. Şu anda 10.450 kg ve 83 cm çıktı. 2 aydır doğru düzgün boyu da uzamıyor. Gerçi sabah hiç kahvaltı yapmadan tamamen aç gittiği için de bu kadar az çıkma ihtimali var. Yemek yiyince bir 200 gr falan çok çıkıyor.
Doğru düzgün yemeden ve uyumadan ancak bu kadar olabiliyor demek ki. Bir azı dişimiz çıktı. Diğeri de yolda. Sanırım iştahsızlıktaki son nokta bundan kaynaklanıyor.
Evrene isteğimi atıyorum: Çınar yemeklerini yiyen, sabaha kadar deliksiz uyuyan bir çocuk olsun terrible two bana vız gelir.
Posted by Picasa

8 Ekim 2009 Perşembe

3 silahşör, 3 ana, 3 baba


Evde miskin miskin otururken çalan telefondaki ses "size geliyoruz" diyince Çınar'ın arkadaşlarıyla olacağına mı, babalar olmadan "kız kıza" sohbet edeceğimize mi yoksa babaların bizden ayrı buluşma planı yapmalarına mı sevindim bilmiyorum ama güzel bir akşamın habercisi olan o ses beni çok mutlu etti.



Fındıkkurdum sabahtan uykusuz olduğundan biraz huysuz bir günündeydi ki üstüne bir de akşamki uyku saati geçip de oyuncaklarını paylaşması gerektiğinden iyice cinlendi.
Emre jr'u görünce sinirden mi heyecandan mı anlamadığım, zaten varolan müthiş enerjik modu daha bir aktif hale geldi.
Tam bir kurulmuş oyuncak gibiydi. Yerinde duramayan, kıpır kıpır, oyuncaklarına dokunulmasına, koltuğuna oturulmasına çıldıran bir Çınar vardı o gecede sahnede.


Kadim dostu Arda gelince biraz daha sakinlemişti ki gelir gelmez ona sarılmaya, elini tutup içeri götürmeye çalıştı. Arda'yı 2 aylıktan beri sürekli gördüğü için sanırım onu hemen tanıyor, küçüklüğünden beri selamladığı şekilde kafasını onunkine tos yapar gibi yanaştırıp kendince selamlıyor.

Bir ara bir yandan "tut tut" diyerek Emre ve Arda'nın ellerinden tutmaya çalışıp onları oyuna çağırdı. Artık kendiliğinden oyun başlatabildiğinin ilk örneği oldu bu.
Meğer kutu kutu pense oynamaya çalışıyormuş. Ellerinden tutup olduğu yerde dönerken bir yandan da kukuuu diye şarkı söylediğinde anladıki ki, ördeğim oynamak istermiş.


Gelirken ince düşünülüp benim bile hatırlamadığım 4 gün sonraki doğumgünüm için pastam alınmış, sütlaçlar yapılıp getirilmiş.

Siboşum, Burcum çok teşekkür ederim. Çooook mutlu oldum sayenizde.

Bu arada günün en önemli oluşumu ise kendilerine Anti-Blogger'lar diye isim vermiş olan kocalar oldu.
Dışarıda gezip, hafiften içip :) eve çok dinç kafalarla geldiklerinde "Anti-Blogger" açılımı hakkında bilgilendirildik. Bizim blogları ne kadar önemsediklerini de anlamış olduk bu sayede.
Bu arada Allah onlardan razı olsun hiç bu kadar gülüp, eğlenmemiştik herhalde.

Her hafta gerçekleşecek olan Anti-blogger oluşumunu destekliyoruz ki sayelerinde biz de haftada bir çocuklar uyuduktan sonra loş ışıkta bir ağlayıp, bir gülerek kız kıza muhabbetlerimize devam edeceğiz.
Üniversitedeyken yaptığımız öğrenci muhabbetlerini hatırlattığı için çok sevdim ben bu işi.

Posted by Picasa

4 Ekim 2009 Pazar

İstanbul'un incisi, gönlümün birincisi




İlk şehirlarası açılımımızı yapmış bulunmaktayız.
Cuma günü uzun zamandır Çınar'ın peşini bırakmayan!, en kısa zamanda bir kız doğurup Çınar'ı almayı planlayan Elçin taaa İstanbul'lardan gelip, bize güler yüzünün yanında bir koca bir kutu tatlı mı tatlı hediyeler getirdi.


O kadar sıcakkanlı bir görüşme oldu ki sanki birbirimizi yıllardır tanıyormuş da uzun zamandır görüşmüyormuş gibi bir kucaklaşma ile başladı. Ardından Çınar'ı bol sevmeli, bol sohbetli, bol gülüşlü bir buluşma oldu.
Kendi elceğizleriyle yaptığı kurabiyelerin bir kısmını mideme indirmeden önce hemen fotoğrafladım. Çok lezzetlilerdi gerçekten. Görüntüleri zaten tartışılmaz.


Çınar'ı gerçekten yorumlarında yazdığın gibi çook sevdiğin, candanlığın, Çınar'ı severken nasıl da içtenlikle söylediğin "anneciğim"lerin için çok teşekkür ederim Elçin'ciğim. İyi ki tanışmışız seninle.
Artık İstanbul'da bir kapım var biliyorum. Her zaman bize açık!
Not: Annem diye tanıştırmasan ablan sandığım genç ve tatlı anneciğine de hoş sohbeti için teşekkürler.
Yine bekleriz :))



Posted by Picasa

1 Ekim 2009 Perşembe

...fııındık dallarııı...



Dün Çınar için tam anlamıyla harika bir gün oldu.
Anneanneciği yanındaydı. Peşimi bir nebze olsun bıraktığı için ben de rahatladım.
Evin içindeki soğuğa rağmen dışarıdaki güneşi kaçırmamak için yeşillenmeye çıktık. İçim ısındı valla.
Evde çok sıkılmaya başladı artık hissediyorum. Oyuncakları bırakıp evi iyiden iyiye dağıtmaya, bakmadığı çekmeceleri açmaya, olduk olmadık şeylere ağlamaya başlamıştı.




Hemen Ahlatlıbel'e çimenlere attık kendimizi. Çınar heyecandan çıldırdı.
Koştuk, top oynadık, parkta kaydık, sallandık. Çok sevdiği tırtıla bindik. Tırtıla binmek değil de inmek bir dert oldu.
Tek binişlik ücretle 5 kez bindi. Kalan 4 'ü ağlamalarına kıyamayan tırtılcı amcadan. Sağolsun..
En sonunda tırtıl uyuyacakmış hadi inelim dedik de öyle indi.
Parkta kendine, kend boyutlarında bir kız arkadaş bulup bol bol öpüştüler.
Aman kıza ne cilveler ne cilveler...
Beni bile böyle öpmüyor bee :( ( buna kaynana damarı deniyor herhalde)


Sabah en sevdiği faaliyetlerimizi yaptık. Kitap okuduk yine bol bol. Sürekli kitap istiyor benden. "Kipap" ya da "oku" diyerek kitap okumamı istediğini söylüyor.
Bazen bırakıyorum kendi kendine bakıyor resimlerine. Şimdi kağıt sayfaları tek tek çevirmeyi keşfettiği için hafiften kitabın canını okuyarak da olsa çeviriyor. Resimlerine bakmak yok sadece çeviriyor şu ara :)



Sonrasına terapi programımıza başladık. Leğene su koyup oyuncaklarıyla oynadı. Tabii bu arada yavaş yavaş soyundu.
Üstünü ıslattıkça çıkardım. Bluzu, pantolonu, terliği, çorabı derken bir bezle kaldı.
Bırak ağlamayı haykıra haykıra aldık önünden. Biraz daha oynasa hasta olacaktı artık. Banyo yapmış kadar oldu çünkü.
Hiç bıkmıyor suyla oynamaktan. Hani, oynasın biraz hevesi geçsin de öyle alayım diyorum ama saatlerce oynabilir İlla ki sonu ağlayarak bitiyor.
Başka hiçbirşey dikkatini çekmiyor o anda.



İsteğimi evrene atıyorum: Güneş hiç bitmese, hava hep ılık olsa!!!!
diyorum hani.....





Posted by Picasa